Mother Earth News, Mart/Nisan 1987
Geçtiğimiz Ağustos, küresel doğal ve kalıcı tarım hareketinin (permakültür) üç lideri, İkinci Uluslararası Permakültür Konferansı için Olympia Washington’da, Evergreen State College’da bir araya geldi. Mother Earth News olarak biz de oradaydık ve Seasons of theGarden köşe yazarlarımızın şakayla karışık organik tarımın ‘Kutsal Üçlemesi’ olarak adlandırdıkları bu üç adam ile ilk kez üçlü bir söyleşi yapma şansını yakaladık. Aşağıda okuyacağınız tartışma gezegenimizin geleceğini belirlemekte kilit rol oynayan insanların arasında geçen doğrudan bir alışveriştir. Ama önce, söyleşiyi yöneten yardımcı editör Pat Stone size katılımcılar hakkında biraz ön bilgi verecek.
Avustralyalı Bill Mollison, ekolojik tarımda permakültür kavramını yarattı. Bill, kendini davasına tamamen adamış, kuru bir espri anlayışı ve alıngan bir mizacı olan sert sesli bir ihtiyar. Açılış konuşmasından önce ‘binlerce kişiyi harekete teşvik etmiş bir meddah’ olarak takdim edilen Mollison, denizcilikten Tanzanya çalı araştırmacılığına, hatta çevresel psikoloji okutmanlığına kadar neredeyse her işi yaptı. Üniversitedeki okutmanlık pozisyonunu emekliliğinden iki yıl önce bıraktı ve permakültür yolunda bir öncü oldu.
Mollison’a göre kalıcı tarım; düzenin ve hayvanlar ile bitkiler arasındaki etkileşimin merkez faktörler olduğu, dikkatle tasarlanmış sürdürülebilir sistemlerdir. Uzun ömürlü bitkiler –özellikle ağaçlar- bu çok türlü ortamda önemli rol oynar. Bir permakültür sistemini kurmak planlama ve bir hayli çalışma gerektirir, fakat sistem kurulduktan sonra neredeyse kendi kendini yürütür.
Wes Jackson; Salina, Kansas’da uzun ömürlü ekin karışımlarını araştırıyor. Geniş ellere ve yüzünden eksik olmayan bir gülümsemeye sahip yapılı bir orta-batılı olan Jackson; sıcak bir mizacın, taşralı sade espri anlayışının ve etkileyici bir bilimsel öğrenimin adeta bir karışımı (genetik alanında doktora yapmış). Örneğin, kendisinin en sevdiği ders başlığı ‘Tohum Veren Uzun Ömürlü Otların Çoklu Ekimi: Tüm Evlilik Sorunlarının Çözülmesine ve Nükleer Katliam İhtimalinin Ortadan Kalkmasına Olan Etkileri’.
200 hektarlık enstitüsünde, Wes ve araştırma görevlileri orta-batı kırlarında devamlı hasat verebilecek uzun ömürlü ayçiçeği, çavdar ve diğer bitkilerin karışımı bir tür oluşturmaya çalışıyorlar. Bu yüksek verimli sistemin kendi doğurganlığını sağlayıp yabani ot ve haşere problemlerini en aza indirgemesini, toprak işlemeye gerek kalmamasını amaçlıyorlar. Bu kendi kendine yetecek sistem insanlar tarafından tasarlanmış olsa da doğanın kurallarına uyacak. Jackson ‘’İnsanlar doğadan hızlı öğrenmiyor değiller, sadece doğa çok daha uzun süredir öğreniyor’’ diyor.
Ve Masanobu Fukuoka – bu büyüleyici adamı tümüyle anlayabilmek çok zor olurdu. Kimonoya sarınmış, kısa boylu, doğulu, çiftçiliğin yolunu seçmiş Budist bir keşiş. Bu beyefendi İngilizce konuşmuyor, fakat kibarlığı ilk görüşte fark ediliyor. Pırıltılı gözlerinde, bu mütevazı filozofla oyuncu, küçük bir şeytanın aynı yeri paylaştığını görebiliyorsunuz.
Fukuoka, geçirdiği ciddi bir hastalığın sonrasında tecrübe ettiği ‘anlık bir kavrayış’ ile doğanın kusursuzluğunu ve insan bilgisinin anlamsız olduğunu fark etmeden önce, bir tarımbilimciydi. Bu fikirleri tarım yoluyla ispatlamayı hedefleyen Fukuoka, II. Dünya Savaşı’ndan beri küçük bir çiftlikte pirinç, arpa ve narenciye yetiştiriyor. ‘Hiçbir şey yapma’ tarımını savunuyor. Kendisi kırk yıldır gübre kullanmıyor, ot yolmuyor, toprağı sürmüyor ve böcek ilacı kullanmıyor; yine de geleneksel Japon çiftçileri kadar yüksek verimlilikle ürün elde ediyor. Tekniklerinden bir örnek: Arpa ve beyaz yonca tohumlarını kil ile karıştırıp bilye haline getirerek olgunlaşmakta olan pirinçlerin arasına serpiyor. Daha sonra topladığı pirincin saplarını filizlenen arpanın üzerine dağıtıyor. Kalıcı yonca örtüsü ve sapların oluşturduğu malç, yabani otları bastırıp toprağı zenginleştiriyor.
Bugün Fukuoka-san (‘san’ Japon geleneğinde saygı ile hitap etme şekli) tarım tekniği kadar yaşam tarzını da oturtmuş durumda. Varlığının çoğunu ailesine vermiş ve küçük bir kulübede tek başına yaşıyor, üç takım giysisi var.
Avustralyalı, Kansaslı ve Japon – bu üç kişi doğal tarımın toprağı ve dünyamızı kurtarmasının yollarına geniş bir bakış açısı sağlıyor.
Mother Earth News (MEN): Muhtemelen başlamanın en iyi yolu her birinize hayatınızı adadığınız çalışmaların amacını sormak olacak.
Mollison: Ben çok basit bir insanım, tüm yapmak istediğim dünyayı tekrar yeşillendirmek. Sürekli bunun için çalışıyorum.
Jackson: Benim için amaç toprağı kurtarmak, fosil yakıt kullanma alışkanlığından kurtulmak, dokularımızın etkileriyle başa çıkabilecek şekilde evrimleşmediği zararlı kimyasalların doğaya katılmasını durdurmak, tarımı güneş ışığı altında yapmak.
Fukuoka: Benim amacımın bir kısmı hiç kimsenin hiçbir şey yapmak zorunda olmadığı bir toplum yaratmak.
MEN: Affedersiniz?
Fukuoka (Ağaç altında uyuyan bir adam resmi çiziyor): Bu, doğal tarım yapan biri, gün ışığı altında uyuyor. Gübre kullanmak yok, tarla sürmek yok, yabani ot yolmak yok – neredeyse hiç iş yapmıyor. 40 yıldır uyuyorum diyebiliriz ama hasatlarım tüm gün çalışan çiftçilerinki kadar verimli.
MEN: Fukuoka-san, doğal tarım yöntemin ile geleneksel tarım arasındaki farkı kısaca açıklayabilir misin?
Fukuoka: Doğal tarım ile bilimsel tarım birbirine taban tabana zıttır. Biri doğaya yaklaşmaya, diğeri doğadan daha da uzaklaşmaya çalışır. Bilimsel araştırma ayrım yapar, böler ve analiz eder; bu yüzden tanım olarak bilimsel bilgi parçalı ve eksiktir.
Doğa ise bölünmez bir bütündür. Başlangıç noktası veya varış yeri yoktur, yalnızca sonsuz bir akış vardır. Doğadan öğrenmek için ön yargılarından, analizlerinden ve zihinsel ayrımlarından kurtulman gerekir. Kafanın içini boşalt, hiç bir şey düşünme, aptal bir adam ol. Her şeyi aynı anda, bütünsel olarak gören bebek gibi ol. İşte o zaman doğayı anlayabilir ve süreçleriyle uyum içinde çalışmak için ne yapılması –ve yapılmaması- gerektiğini içgüdüsel olarak kavrayabilirsin.
Fakat bir problem var: Doğal tarım yapacak kişi değiştirilmemiş doğayı bilmelidir. İnsanlar, başka insanların yarattığı doğa imajına bakarak doğayı yanlış anlıyor. Doğası değiştirilmiş bir bölgeyi terk ederek doğal çiftçi olamazsınız. Bunun yerine, bölgenin gerçek doğasını anladıktan sonra, dikkatlice tohum seçimi yapmalı ve onu nerede, nasıl, ne zaman yetiştireceğinize karar vermelisiniz.
MEN: Bill, sence Fukuoka’nın doğal tarım şekli permakültüre dahil mi?
Mollison: Dahil olmanın da ötesinde, sıcak karşılanıyor. Aslında Fukuoka ‘Ekin Sapı Devrimi’ni yazana kadar tahıl yetiştirmeye karşıydım, bu yüzden ilk kitabım ‘Permakültür Bir’de bundan hiç bahsetmedim. Şimdi biliyorum ki bu iki beyefendinin de yaklaşımları permakültür sistemine uyuyor. Fukuoka-san ile ben temelde aynıyız.
MEN: Üçünüz de karışık bitkilerle, toprağı hiç işlemeden yapılan, çevreye duyarlı bir tarıma inanıyorsunuz. Ama aranızda ciddi farklılıklar olduğunu seziyorum.
Mollison: Bence üçümüz aynı davanın farklı yüzleriyiz. Fukuoka-san toprağın işlenmediği tahıl üretimi üzerinde çalışıyor. Wes bozkırları yeniden canlandırmak ve verimli, uzun ömürlü tahılları geliştirmekle ilgileniyor. Ben ve birlikte çalıştığım birçok insan ise sağlık, toprak ve yenilebilir bitkilerle çalışmanın yanı sıra çevreye duyarlı yatırımların finansal bütünlüğü için uğraşıyoruz.
Jackson: Fukuoka-san yıllık bitkilerle çalışıyor. Günümüzün geleneksel ekinleri arasındaki uyumluluktan yararlanıyor. Mollison araziye, yenilebilir-peyzaj ve benzeri şeylere önem veriyor. Land Institute’da biz çiftçiler için bitkisel, sürdürülebilir ve kalıcı ekosistemler oluşturmaya çalışıyoruz.
Bunların yanı sıra, hangi biyolojik prensiplerin rol oynadığını belirlemeye çalışıyoruz. Çabalarımızı yönelttiğimiz en önemli noktalardan biri bu; ekosistem tarımının prensiplerini keşfetmek. Bu prensipler Çad’da, Japonya’da veya herhangi bir yerde uygulanabilir.
Parçaların bütüne üstün geldiği Kartezyen sistemin yerine, diyalektik tüm-sistem yaklaşımını kullanan ekosistemologlar olmaya çalışıyoruz. Açık konuşmak gerekirse, bu zor bir şey. Böyle bir yaklaşımı sürdürebilmemize yardımcı olması için toprakbilimcilerimiz, bitki yetiştiricilerimiz, ekologlarımız, entomologlarımız ve bitki pataloglarımız arasında doğal bir bağ kurmayı umuyoruz. Bilim adamlarımız aynı laboratuvarı kullanacaklar ve yapılan her çalışmada hepsinin ismi olacak. Aynı ortamı paylaşmalarının bütüncü bir ekosistem düşüncesinin yerleşmesine yardımı olacağını düşünüyoruz.
Fukuoka: Zaman yok, zaman yok. Bu denli adım adım bir yaklaşım izlerseniz sonuç elde ettiğinizde iş işten geçmiş olacaktır. Ayrıca Bay Jackson bu araştırma merkezinin gerçekten başında olabilecek mi? Her departman merkezden gitgide uzaklaşarak gelişecek ve birliği sağlamak çok zor olacaktır.
Başka bir yol var. Araştırmanızı ‘’bunu yapsak ne olur, şunu yapsak ne olur’’ şeklinde yürütmeyin. Bunun yerine tam tersi yönde gidin. ‘’Bunu yapmasak ne olur, şunu yapmasak ne olur’’diye ilerleyin. 30 yıllık bir çabanın sonucunda kendi işimi yalnızca tohum ekmek ve sap yaymaya kadar indirdim.
Jackson: Bu, bilimin üstlendiği rol hakkındaki sağlıklı bir fikir ayrılığı. Mevcut bilimsel birikimimizi ormanlar, toprak ve yakıt pahasına elde ettik. Bu bilgiyi bir sürü ekolojik kaynağa mal olduğu için kötülemek, ona ormanlara ve toprağa davrandığımız şekilde davranmaktır. Artık bunu yapamayız. Bu bilgileri dünyanın tekrar canlandırılmasında kullanmalıyız. Daha küçük araziler kadar dünyanın da tekrar canlandırılma potansiyeli var.
Fukuoka: Bay Jackson, sizce insan doğayı ne kadar iyi tanıyor?
Jackson: Tabi ki çok iyi tanımıyoruz, fakat tarımın başlangıcından beri doğayla birlikte nasıl çalışacağımızı mümkün olduğunca öğrenmemiz gerekiyordu. Sormamız gereken soru bence şudur: ‘Bilim toplumda ayrıştırıcı bir güç mü?’ Bu soru her hareketimizden önce gelmeli. Çünkü eğer önce bilim adamı, sonra insan isek bu soruyu sormayı göze alamayız. Fakat önce insan, sonra bilim adamı isek bu soruyu sormamayı göze alamayız.
Bence bu tepkiyi bilimin günümüzdeki haline gösteriyorsunuz. Bilimin bizi doğamıza yabancılaştırması gerekmez. Umalım ki gelecekte bilim isabetli olmanın yanı sıra kendi kusurlarının ve doğanın gizemi karşısında tevazu sahibi olsun.
Fukuoka: Karmaşa, insanlar bilginin meyvesini yediği zaman başladı. Adem ve Havva cennetin bahçesinden atıldı. Geri dönmenin tek yolu bilgiden kurtulmaktır! Bir kuş veya bebek gibi aptal olmaktır.
Bay Jackson’ın bilimsel yaklaşımını anlıyorum, ben de bir bilim adamı iken aynı görüşe sahiptim. Üçümüzü Don Kişot’un atındaymış gibi düşünebilirsin. Farklı şeyler söylüyormuşuz gibi görünüyor fakat gerçekte aynı atın üzerindeyiz. At felakete doğru koşuyor. Wes Jackson atın ayaklarını durdurmaya çalışıyor, Bill Mollison atın başını çevirmeye çalışıyor, (gülüyor) ben ise atın kuyruğuna asılıyorum!
MEN: Bu konuşmadaki felaket imalarını görmezden gelmek zor. Sizce içinde bulunduğumuz durum ne kadar kötü?
Mollison: Modern tarım dünya üzerindeki en yıkıcı güç. İşleri düzelteceksek bunu bir an önce yapmalıyız, yoksa bir işe yaramayacak. Bundan artık tamamen eminim. Çok fazla yolculuk yapıyorum ve büyük sistemlerin çöküş sinyallerini her yerde görüyorum.
Jackson: Bu tür tarımın yüksek getirisi bir başarı yanılsaması yaratıyor fakat yaptığı tek şey fosil karbonu tarım ürünlerine aktarmak. Tüm hesap ortaya dökülseydi modern tarımın icat edilmiş en yıpratıcı ve en verimsiz tarım yolu olduğunu kabul etmemiz gerekirdi, varoluşumuzun temeline aykırı bir yol.
Bana göre tarım bir numaralı çevresel problem, nükleer savaş olasılığı dışında tabi. Sonuç olarak, insanlığın bu güne kadar içinde bulunduğu en tehlikeli durumla karşı karşıyayız.
Fukuoka: ABD’de üretilen yiyecek toprakla değil, petrolle üretiliyor. Bitki ilacı, böcek ilacı, gübre – petrol, petrol, petrol. Bu kadar kimyasal bir tarım devam ederse dünya sandığınızdan çok daha çabuk yok olacak.
Mollison: Ben sadece atmosferde sebep olduğumuz yok edici katalitik tepkimelere yoğunlaşacağım. Şu anda klorlu kimyasallar Antarktika üzerindeki ozon tabakasını yok edip Amerika büyüklüğünde bir ultraviyole (morötesi) pencere oluşturuyorlar. Bu pencere daha genişlerse dünyayı tümden temizleyecek.
Buna ek olarak bir de karbondioksit birikimi sorunu var. Şimdi dursak bile bilim mevcut CO seviyesinin buzulların en azından bir bölümünü eriteceğini tahmin ediyor. Bu çoktan başladı bile, böyle giderse kıyı yerleşimlerini terk etmek zorunda kalacağız. Bunun sebebi de fosil yakıt kullanımı ve karbondioksiti emen yeşilin yok edilmesi.
Fukuoka: Eğer dünyadaki yeşilliğin 3/7’ünü kaybedersek, iş işten geçti demektir. İnsanların düşünce ve duygularını etkileyecek bir oksijen kıtlığı yaşanacak.
Mollison: Oksijen yetersizliği Yunanistan’da artık kritik seviyede. Orada çok yakında ciddi bir oksijen sıkıntısı göreceğiz.
Jackson: Sanmıyorum. Bence sorun oksijen yetersizliği değil.
Mollison: Jackson sorunun karbon fazlalığı olduğunu düşünüyor.
Jackson: Bence yeşilin yok oluşu durmalı. Fakat yeşilin yok oluşundan doğan oksijen sorunu, artan fosil yakıt tüketimi ve erozyon gibi sebeplerle topraktaki doğal karbonun kaybedilmesine kıyasla önemsiz kalıyor. Yine de hepimiz dünyanın tehlikede olduğunu biliyoruz. Burada bütün gün detaylara takılıp varsayımlarımızı tartışabiliriz ama önemli olan; yapılacak en olumlu şeyin bitki örtüsünü, özellikle yıl boyunca yeşil kalacak zemin örtü bitkilerini korumak ve arttırmaya çalışmak olduğuna hemfikir olmamız.
MEN: Üçünüzün bu yönde çalışmaları nasıl gidiyor?
Mollison: Ben bu işin ekonomik kısmına adım atan insanlarla çalışıyorum. Küçük topluluklarda bir sürü işe sermaye sağlamak için etik yatırım ve yenilikçi finansçılığı kullanıyoruz. İstikrarlı sistemler ve permakültürler kurup sürdürecek insan grupları oluşturmaya çalışıyoruz. Avustralya’nın bazı bölgelerinde bunu neredeyse başardık. Ayrıca daha fazla permakültür öğretmeni yetiştiriyoruz ve tür bakımından zengin bölgeleri korumaya çalışıyoruz. Mesela yakında bir birim tröstü belirleyerek tehlike altındaki bir yağmur ormanını satın alacağız. İsteyen hissesini satabilecek, fakat yağmur ormanını değiştiremeyecek. Bazen zarar görmüş bölgeleri bu şekilde satın alıyor, onarıyor ve koruyoruz.
Fukuoka: Japonya’da hiç doğal tarım yok. Çin’de bir milyon hektarlık bir alanda doğal tarım uygulamalarına başlandı. Hindistan ve ABD’de bir miktar doğal tarım yapılıyor. Afrika’da daha başlamadı fakat insanların yoğun ilgisini görüyorum.
Jackson: Uzun ömürlü bitkilerin mahsulünü arttırmaya çalışmamızın karşısındaki en büyük engel bitkinin doğası gereği bu çabalara direnmesi. Yıllık bir bitki soyun devamını garantilemek için enerjisini tohumlarına verirken uzun ömürlü bir bitki tohumlarını ihmal edip enerjisinin çoğunu kök sisteminin devamı için kullanır. Yani sormamız gereken temel soru şu; çok yıllık tarım ve yüksek verim bir arada olur mu?
Aldığımız cesaret verici sonuçlara bakarak evet diyebilirim. Cambridge veya Berkeley’de doğal gıda restoranlarından birinde, modayı takip eden insanların ‘’Fark ettin mi, bilmem-kim hala ‘yıllık’ sebzeler yiyor!’’ diyeceği günleri sabırsızlıkla bekliyorum. Gerçekten inanıyorum ki çok yıllık melezlerden üç yıl boyunca yüksek verim alabilirsek, çok yıllılık tarım üzerinde çok ciddi bir etki yaratacak. Ama sanırım tüm bunlar 50-100 yıl alır.
MEN: Yapılması gereken başka neler var?
Mollison: Felaketten kaçabilmek için, geleceği belirlemek hakkında geniş çaplı bir tartışma başlatmalıyız; İsviçre’de televizyonda politik meseleleri tartıştıkları gibi. Avustralya’da ‘Heartlands’ adlı 5 bölümlük bir televizyon programımız vardı, insanların izlediği olumlu tutumlardan örnekler gösterirdi ve ülke tarihindeki en yüksek izlenme oranına sahipti. Medyayı küresel boyutta bir tartışmaya bir an önce dahil etmezsek çok geç olabilir. Belki de yerel radyo ve televizyon kanallarının kontrolünü almalı, ABD’nin ve diğer tüm ülkelerin insanlarına harekete geçmeleri için sebep üstüne sebep göstermeliyiz. Bilimsel konuşmacılar getirmeliyiz. Gidişatı tersine çevirmek için mantıklı fikirler sunan insanları getirmeliyiz. Benim arzum insanlara permakültürün işe yaradığını göstermek için yeterli sayıda örnek toplamak, çünkü bu sistemin yürümesini sağlayan insanlar her yerde var.
Dünyayı yeşillendirmek için geniş çapta yatırımlar ayıralım, işe de insanlara bunu kendi başlarına nasıl yapacaklarını öğretmekle başlayalım. Şüphesiz tarım probleminin en büyük çözümü kişinin kendi bahçesinde kendine yetecek üretimi yapabilmesidir.
Jackson: Dünyanın geri kalanı adına konuşamam, çünkü farklı yerlerde bulunmadım. Asya’ya veya Afrika’ya gitmedim. Fakat büyük dünyadaki tarımın önemli bir kısmından sorumlu olan Amerikan tarımı hakkında konuşabilirim. Bu tarım ne yazık ki dünyanın çoğu yerinde standart oldu. Amerikan tarımının sorunu sermayeye fazla bağlı olması. Dört çekerli bir traktörün bedeli $120,000. Biçerdöverler $80,000 tutuyor. Çalışmalar gösteriyor ki bir çiftçinin harcayacak $10,000’ı varsa, ekipman almak yerine işçi tutması daha karlı.
Bu aslında iyiye işaret, bir gerileme olmayacağının kanıtı. Dayanıklı, biyolojik bir tarım için ihtiyacımız olan daha fazla insan; dönüm başına düşen çalışan kişi sayısının artması.
Mollison: Korucular. Ağaçlar ürünleri yetiştiren koruculardan bahsediyor.
Jackson: ‘En İyi 20 Ekin’ listesinde sadece iki ağaç var: Muz ve Hindistan cevizi, 19 ve 20. sıradalar. Yiyecek konusunda ciddileştiğiniz zaman tahıl ve bakla yiyorsunuz (gülüyor). Bill’in görüşünü hesaba katarsak bunu söylemek cesaret istiyor!
Söylemeye çalıştığım şu ki, sürdürülebilir tarım yapmak için daha fazla küçük çiftçiye ihtiyacımız var. Sistemlerimizi gözlemleyip öğrenebileceğimiz kadar küçük tutmalıyız. Sanıyorum ki toprak sahibi küçük çiftçilerle çalışmak Jefferson’ın aklındaki şeydi – bu geçmişe hasret duymak değil, uygulamadaki bir gereklilik. Günümüzde bunu sağlayabilmek asıl mesele.
Yapmamız gerekenin hali hazırda var olan örnekler bulup onları çok daha görünür hale getirmek olduğu konusunda Bill’e katılıyorum. Bunu yazılı yolla mı yoksa kulaktan kulağa mı aktarmalıyız bilmiyorum ama ben Bill kadar televizyon kullanma taraftarı değilim. Fakat gerçekten de yıllardır sürdürülebilir tarım yapan insanlar var ve Tanrı dışında kimse haberdar değil.
Aslında tarım problemi üstesinden gelinemeyecek bir problem değil, temelde dini bir problem. Toprak Tanrı’nın bize bir hediyesi değil. Ona sahip değiliz. Sahip olduğumuz tek şey kullanma hakkı, zarar vermeye hakkımız yok. Tam tersine, açıkça bize emredilmiş olana uymamız gerek: Tanrı’nın bahçesine iyi bakmakla yükümlüyüz.
MEN: Fukuoka-san?
Fukuoka: Doğal tarım yapsak bile –ki bu yapmamız gereken bir şey- çok geç olacak gibi hissediyorum. Tarımın şu anki gidişatını durdurmazsak çok geç olacak.
MEN: Üçünüz de bunun doğru olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu durumu düzeltebilir miyiz, yoksa tarımsal bir felaket ile karşılaşmamız kesin mi?
Mollison: Pek zaman kalmadığı konusunda Fukuoka’ya katılıyorum. Fakat bu felaket, eğer gerçekleşirse, tarımı etkileyecek; hatta tarım nedenli dahi olabilir. Yine de etkisi tarım boyutunda yaşanmayacak.
Toprağı tüketmeden önce atmosferin dengesini bozacağız ve bundan sağ çıkmamıza pek ihtimal veremiyorum. Kısa bir süre önce 900 kadar Avustralyalı bilim adamından tüm Avustralyalıları bir araya gelmeye ve çevremizin geleceğini tartışmaya çağırmalarını istedik, 700 bilim adamı her şey için geç kalındığını söyleyerek yardım etmeyi reddetti.
Ben karşımızdaki her olasılığı deneyecek kararlılığa sahibim, ama hepimiz artık işe koyulmalıyız. Ortalıkta kanıt toplama zamanı bitti, şimdi harekete geçme zamanı. Daha fazla seyirci istemiyoruz, bize oyuncu gerek.
Jackson: Biz kayda değer bir değişim yapamadan işler kötüleşecek. Bu noktadan sonra, işler kötüleşecek mi diye sormaya gerek dahi yok. Problemin düşündüğümüzden çok daha geniş ölçekte olduğunu anlamalıyız. Tarım; tamir edilmesi gereken, bizden uzakta bir uydu değil. Tüm toplumun dikey enerjiden –fosil yakıtlardan- uzaklaşıp rüzgar gücü, hidroelektrik gibi yatay enerjilere yönelmesi gerekecek. Ama bence bir şansımız var. Kesinlikle umutluyum.
Fukuoka: Son bir şans daha var. Sumo güreşinde son saniyede kazanmanın bir yolu vardır. Büyük güreşçi küçük güreşçiyi iyice geriye ittiği zaman, küçük güreşçi tam kenardayken üzerine gelen ağırlığı ve gücü kullanıp büyük güreşçiyi omzundan atar. Büyük güreşçi ring dışı kalmıştır ve küçük olan kazanır.
Dünya liderlerimiz büyük cesaret gösterip bu sumo güreşçisi olmalılar. Savaş için hazırlanmış bombardıman uçaklarının ve füzelerin içinden mühimmatı çıkarmalılar. Daha sonra bunları çeşitli tahıl, sebze ve meyve ağacı tohumlarıyla doldurup fırlatmalı ve bu tohumları dünyanın her yerine dağıtmalılar. Çöllere saçmalılar.
İlk yıl, yağmurdan sonra, biraz orada biraz burada otlar bitecektir – karman çorman gözükebilir. İkinci yıl, doğa hangi bitkinin nerede iyi yetişeceğini bize söylemeye başlayacaktır. Üçüncü yıl mikroorganizmalar, solucanlar ve küçük hayvanlar artacak, toprağı zenginleştireceklerdir.
Her yerde herkese yetecek kadar besin olduğu zaman insanlar huzursuz ve çatışmacı ruh hallerinden kurtulacaklar. İnsanların tavır ve yaklaşımları değişecek. Dünya tekrar yeşerecek, ekolojik kriz çözülecek, ekonomik kriz çözülecek ve insanlara mutlu olmaları için bir şans verilecek. Bu sayede barış olabilir.
Wes Jackson, Çok Yıllık Çoklu-kültürler üzerine
Dünyanın her yerinden 4300’e yakın tür yetiştirip inceledikten sonra, 6 tane uzun ömürlü bitkiyi genetik olarak değiştirmek ve deneylerimizde kullanmak üzere seçtik.
Türlerden biri ‘Eastern gama grass (Doğu gamaotu)’, mısırın 3 katı proteine ve 1.8 katı methiyonine sahip bir akrabası. Az miktarda azot bağlayıcı görev de görüyor. İnekler için bir ‘dondurma çimi’, insanlar için de gayet besleyici. Fakat verimi düşük. Kuzeyde ise normalin 2-3 katı hasat veren mutant bir tür baş gösterdi. Geliştirildiği zaman yüksek erozyonlu kaygan tepelerde mısırın, buğdayın ve soya fasulyesinin yerini alabilir.
Bir de ‘sorghum (süpürge darısı)’ var, kışa dayanıklı olmayan yararlı bir uzun ömürlü. Sorghumu Johnson çimi ile çaprazlayarak 1,500 bitki elde ettik, bunların 455 kadarı geçen kışı atlattı. Böylece dünyadaki insan yapımı ilk çok yıllık bitki oldular.
‘Senna’ (sinameki) tarlalarımız hektar başına 1982’de 830, 1985’de ise 900 kilo ürün verdi. Bu önemli, uzun ömürlü bir bitkinin peş peşe iyi miktarda ürün verebileceğini gösteriyor.
Azot bağlayıcı olan Illinois buket çiçeği ve olmayan yabani senna ile bir deney gerçekleştirdik. İlk yıl iki bitki de monokültürlerde verdikleri kadar ürün verdiler. Üçüncü yıla geldiğimizde ikili bitki ekosistemindeki verim monokültürdeki verimin neredeyse verim neredeyse iki katına çıkmıştı.
Ayrıca çok yıllık Maximilian çiçeğimizin verdiği sonuçlar da bizi cesaretlendiriyor. Allelopatik, yani kökleri toprağa herbisit görevi gören bir kimyasal bırakıyor. Bir de Sibirya’nın kumlu göl kenarlarında yetişen dev yabani çavdar bitkisi var, yüksek verim potansiyeli gösteriyor. Ocak ayında filizlenmeye başladı, o dönemde Sibirya’da ilkbahar yaşandığını düşündü sanırım.
Bill Mollison, Permakültür Üzerine
Permakültür, tasarlanmış tarımdır ve iyi bir tasarımın en önemli özelliklerinden biri modellemedir.
Burada (galeride 1. Resim) kare bir arsa ve arkada işlek bir yol görüyoruz. Arkadan gelen ses, biraz su, güneydoğudan gelen sıcak yaz rüzgarları ve arada bir güneybatıdan gelen soğuk yaz esintisi var. Kışın, kuzeydoğudan soğuk rüzgarlar esiyor. Burayı çekici bir ev ve bahçe arazisi haline getirmek için ne yaparsınız?
Kavisli bir toprak parçasından bitkilerle örtülü, en alçak noktası 20 santim olup 3.6 metreye kadar çıkabilen, bir gölet ve bir evin etrafını çevreleyen bir duvar inşa edin (galeride 2. Resim). Duvar mahremiyet sağlıyor, gürültüyü dışarıda tutuyor, araziyi sıcak ve soğuk rüzgarlardan korurken giriş açıklığı ile de serin yaz esintilerini eve doğru yönlendiriyor. Gölet su sağlıyor ve kış güneşinin ısıtan ışığını eve yansıtıyor. Bu kısmi spiral model tüm problemleri çözmüş oluyor.
Diyelim ki başka bir arazide, 1 hektarlık bir alabalık göleti yapıp aynı zamanda yaban mersini yetiştirmek istiyorsunuz. En fazla alabalığı ve yaban mersinini nasıl elde edersiniz?
Alabalık göletin kenarlarında yaşayıp ürediği ve yaban mersini gölün kenarından beslendiği için, ne kadar kenarınız varsa o kadar üretim yaparsınız. Dolayısıyla azami kenara sahip olmak için göleti ilk örnekteki gibi spiralleştirmelisiniz (galeride 3. Resim).
Aynı model küçük bir herbaryum için de uygun. Eğer yukarı tırmanan bir teras oluşacak şekilde merkezinden yükseltirseniz, bitkilerinizin büyümesi için sadece 1.8 metre eninde 13 metrelik yuvarlak bir alan oluşturabilir ve bunu tepeden sadece bir fıskiye ile sulayabilirsiniz.
Bu tarz tasarımlar bir sistemin üretkenliğini fazlaca arttırabilir. Permakültürlerle çalıştıkça görüyorum ki verimin biyolojik bir limiti yok, sadece tasarımın limitleri var.
Masanobu Fukuoka, Doğal Tarım Üzerine
Sonbaharda, tarlardaki pirinç hala duruyorken, farklı tarlalara çavdar ve arpa ekerim. Bundan birkaç hafta sonra pirinç hasadını kaldırıp sapları tarlalara sererim. İki kış tahılı da genelde Mayısın 20’si gibi toplanır. Fakat bu tahıllar tamamen olgunlaşmadan iki hafta kadar önce üzerlerine pirinç tohumu ekerim. Çavdar ve arpa toplanıp harmanlandıktan sonra bunların saplarını tarlaya pirinç tohumlarını korumaları, toprağı zenginleştirmeleri ve yabani otları önlemeleri için serperim. Aynı tarlalarda aynı zamanda beyaz yonca da yetiştiririm.
Evimin yanındaki yamaçlarda birkaç çeşit narenciye yetiştiriyorum. Öncelikle kırmızı killi toprağı onarıp yenilemek için yabani otların tekrar yetişmesine izin vermem ve zemin örtüsü olarak beyaz yonca ekmem gerekti. Ayrıca Japon turpu gibi dayanıklı birkaç bitki ektim ve zararlı böceklerle doğal avcılarının ilgilenmesini sağladım. Bu kalın yonca ve ot örtüsünün sayesinde; meyve bahçesinin toprakları 30 yılda kara, gevşek, solucanlar ve organik maddeler açısından zengin hale geldi. Şimdi bahçemde çam, sedir, armut, hurma, Malta eriği ağaçları; Japon kirazları, azot bağlayıcı yapan akasyalar ve bunların arasında büyüyen birçok başka yerel tür var.
Sebzeleri dağlarda yabani otlarla birlikte yarı-yabani bir tarzda yetiştiriyorum. Sadece bahçemde bile lahana, dulavratotu, domates, havuç, hardal, fasulye, şalgam ve bir sürü başka tür sebze var.
Sebzelerimi ekmek için, yabani otların arasından tırpanla bir bölüm biçip tohumumu bırakıyorum. Üzerlerini toprakla kapatmaya gerek yok: Kestiğim otları aynı yere geri bırakıyorum ve doğal bir malç haline geliyorlar. Tohumlara bir avans vermek adına, geri çıkan otların genellikle iki-üç kere daha kesilmesi gerekiyor ama bazen bir kere de yetiyor. Çeşitli ve canlı bir ot örtüsünün olduğu her yerde ürün yetiştirebilirsiniz, ama bölgedeki otların yıllık döngüleri tanımalı ve hangi sebzelerle en uyumlu şekilde yetişeceklerini öğrenmelisiniz.
Doğal Tarım için Yedi Savunma
1- İnsanoğlu tarıma ilk el attığından beri dünyadaki bitki örtüsünün yarısını yok etti.
2-Amerikan tarımı her yıl akre (4 dönüm) başına dokuz ton toprağın erozyonuna sebep oluyor, bu da her on altı yılda bir 2,5 santimetreye eşit.
3-Amerikan tarımı yılda 40 milyon tonluk ticari gübre kullanıyor, bunun bedeli yıllık doğalgaz rezervimizin beşte birinden fazla.
4-Ulusumuzun suyunun %80’inden fazlası çiftliklere gidiyor.
5-Günümüzde akarsuları ve yeraltı sularını en çok kirleten şey tarım.
6-1942’den beri haşereler yüzünden kaybedilen ekin miktarı iki katına çıktı, haşere ilacı kullanımı ise on katına.
7-Küresel olarak tarım, endüstriden daha fazla petrol kullandı.
Çeviren: Onur Arslan
Bu yazının hakları Larry Korn’a aittir. Kendisinden izin alınarak çevrilmiştir. Kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.
Kaynak:
http://www.onestrawrevolution.net/One_Straw_Revolution/Interview_Mother_Earth.html