Mother EarthNews, Sayı # 76 – Temmuz / Ağustos 1982
Larry Korn
Aklar düşmüş sakalı, sakin sesi ve geleneksel çalışma giysileri ile Masanobu Fukuoka, başarılı bir yenilikçi çiftçi örneği gibi görünmeyebilir. İlk bakışta, onun pirinç tarlalarının – birbirine girmiş yabani otlar, yonca ve tahıldan oluşan çılgın ormanların – Japonya’daki en verimli araziler arasında olması da mümkün görünmez. Ancak hepsi bu adamı ve doğal tarım metodunu çevreleyen paradoksun bir parçasıdır.
Japonya’nın güneyindeki Şikoku adasında Matsuyama Koyu’na bakan bir dağda, Fukuoka-san (Japon saygı hitabı) -İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri- pirinç, kışlık tahıl ve turunçgil bitkileri yetiştirmektedir… Bazı insanların geri kalmış (hatta aptalca!) olduğunu düşündüğü uygulamaları kullanarak. Yine de arazileri; yoğun emek gerektiren, kimyasallara bağımlı yöntemler kullanan komşularınınki kadar veya onlardan daha fazla hasat verir. Fukuoka’nın tarım yöntemi sadece verimliliği açısından değil, aynı zamanda tarlalarını 30 yıldan fazla zamandır sürmemiş olması gerçeğiyle de şaşırtıcıdır! Toprağına hazır gübre (kompost bile) katmaz ya da yabani otları ayıklamaz, çeltik tarlalarını suya boğmaz.
Zahmetli deneyimlerin sonucunda, gördüğünüz üzere, bu Japon yetiştirici doğaya duyduğu derin yakınlığı yansıtan bir tarım metodu geliştirdi. Zekâmızı bilimsel bilginin geleneksel sınırlarının ötesine genişleterek -ve yaşam süreçlerinin doğal bilgeliğine güvenerek-gıda ürünleri yetiştirmek hakkında gereken her şeyi öğrenebileceğimize inanıyor. Ona göre bir çiftçi doğanın döngülerini dikkatle izlemeli, hükmetmek ve ‘evcilleştirmek’ için uğraşmak yerine bu tasarımın bir parçası olmalı.
Bu felsefeye uygun olarak, Fukuoka-san’ın tarlaları, herhangi bir ekosistemin doğal bir parçası olan çeşitliliği ve bitki ardıllığını göstermektedir. İlkbaharda, kış tahıllarının arasına pirinç eker. . . sonra, yılın sonlarında, olgunlaşan pirinç bitkileri arasına tahıl tohumlarını saçar. Ekinlerin altında yatan yonca örtüsü ve ekin sapları yabani otları yıldırır, toprağı zenginleştirir. Buna ek olarak usta bahçıvan, dağ yamacındaki bostanında, budanmamış ağaçların altında “vahşi” sebze yetiştirir. Doğal olarak, bu alışılmadık tarım arazileri geleneksel tarımcılara bir felaket gibi görünebilir, ancak Fukuoka’nın şüpheci ziyaretçilerin dikkatini çektiği gibi, “Tekniklerimin kanıtı gözlerinizin önünde olgunlaşıyor!”
Uzun yıllar boyunca, bu oryantal beyefendinin benzersiz fikirleri yalnızca kendi ülkesindeki birkaç kişi tarafından biliniyordu. Ancak 1975’te yazdığı Ekin Sapı Devrimi’nin Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmasından beri Fukuoka, tarım konusundaki bu görülmemiş “yeni” tutum hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen gruplar tarafından büyük bir ilgi görüyor. 1979’da Fukuoka-san Amerika Birleşik Devletleri’nde geniş kapsamlı bir tura çıktı. . . Amherst, Massachusetts’teki bir dizi üniversite konferansı sırasında, doğal tarım yöntemleri öğrencisi ve Ekin Sapı Devrimi’nin editörü olan Larry Korn ile birkaç saat boyunca konuştu. Görüşmeleri tamamen Japonca yapılmış ve daha sonra burada basılan düzenlenmiş versiyona tercüme edilmiştir.
Bu arada, eğer birbiri ile çelişiyor gibi gözüken birkaç açıklama kafanızı karıştırırsa, Fukuoka’nın insanların alışageldikleri düşünce biçimlerini yıkmalarına ve yeni algılar oluşturmalarına yardım etmeye çalıştığını aklınızda bulundurun – öğrencilerine kasten mantıksız ifadeler veya paradokslar sunan oryantal filozoflar gibi. Doğal tarım bu tarz alışılmadık bir düşünce tarzını gerektirdiğinden Fukuoka-san, bunun sıkılgan ya da miskinlerin işi olmadığı konusunda uyarıyor: “Benim yöntemim modern tarım tekniklerine tamamen aykırı. Bilimsel bilgiye ve bilindik tarım pratiklerine burada yer yok.” Bu devrimci (ve bazen kuşkusuz şaşkına çeviren) başkaldırının ardından geriye kalan ise tarımın daha basit, doğal formunu görmek isteyen herkesi heyecanlandırmalı ve teşvik etmelidir.
PLOWBOY: Çizim yaptığınızı görüyorum, Fukuoka-san. . . Neyin resmi olacak?
FUKUOKA: Bu bir dağ manzarası eskizi ve yanında bir şiir var:
Dağların derinliklerinde, nazik bir ruh sorar:
Kimin için açar kır çiçekleri?
Tilkiler ve rakunlar için,
Tanıyan çam rüzgârlarını ve
Ruhunu akarsuyun.
PLOWBOY: Bu dörtlük ile neyi anlattığınızı açıklayabilir misiniz?
FUKUOKA: Pekala, bu “nazik ruhu” tanımlamanın birçok yolu var. Bu bir kişi olabilir… bir çiçek . . . bir ağaç . . . hatta çimenler. Ve eğer birisi bu ruha neden dağların derinliklerinde, bu kadar yalnız yaşadığı sorabilse, ruh şöyle cevap verirdi: “Burada kimsenin uğruna yaşamıyorum. Sadece tilki ve rakunu dinlemek, onlarla konuşmak ve birlikte olmak… Bunun için burada yaşıyorum.”
PLOWBOY: Çizimde gördüğüm figür siz misiniz?
FUKUOKA: O olmayı isterdim!
PLOWBOY: Sanatınızdan ve tarıma yaklaşımınızdan anlaşıldığı üzere, doğa ile yakın ilişki kurmaya ne kadar değer verdiğiniz aşikar. Kırsal bir alanda mı yetiştiniz?
FUKUOKA: Evet, basit bir kır evinde doğmuş sıradan bir taşra çocuğuyum. Küçük köyümüzün muhtarı olarak görev yapan babam toprak sahibi ve çiftçiydi. Tıpkı diğer yerel çocuklar gibi büyüdüm: Okula giderek ve pirinç tarlalarında aileme ve komşularımıza yardım ederek.
PLOWBOY: Çiftçiliğe okulu bitirir bitirmez mi başladınız?
FUKUOKA: Hayır, önce mikrobiyoloji ve bitki patolojisi çalışmak için özel bir teknik enstitüye gittim. Ardından, Tarım Gümrükleri Ofisi’nde karantina memurluğu yapmak üzere Yokohama’ya taşındım. İşim, Japon mandalinalarını ve Amerikan portakallarını incelemek, üzerlerinde deneyler yapmaktı. Orada farklı bitkilerin zayıf yönleri ve hastalıkları hakkında çok şey öğrendim. . . ve laboratuvar çalışmalarımdan çok keyif aldım. Ancak, 25 yaşındayken hayatımın o andan itibaren tamamen farklılaşmasına neden olan bir inanç – ve fikir – değişimi yaşadım.
PLOWBOY: Bana bu süreçten bahseder misiniz?
FUKUOKA: Doğrusu pek çok genç insan gibi hayata dair sonu gelmeyen düşüncelerim vardı. . . ve derin düşüncelerim yerlerini insanlığın halinden duyduğum birçok kuşkuya bıraktı. Şüphelerime o dönemde yaşadığım çok ciddi bir hastalık da eklenince, uzun bir süre boyunca tek düşündüğüm şey bunu atlatıp atlatamayacağımdı.
Nihai iyileşmemi takiben, sokaklarda dolaşarak birçok uykusuz gece geçirdim. Böyle bir gecenin sabahında – her şey beynimde patlamak üzereymiş gibi geldiğinde – içime sezgisel bir parıltı doğdu. Aniden insan varlığının anlamsızlığını, özsel bir değere sahip olmadığını hissettim. İnsanlık gerçek değer adına hiçbir şey bilmiyordu ve her eylemimiz yalnızca boş, nafile bir çabaydı. Aynı zamanda doğanın kendi haliyle kusursuz olduğunu ve bereketli bir düzen ile işlediğini gördüm. . . Bu nedenle, doğaya hükmetmek ve böylece onu ‘geliştirmek’ için uğraşmak yerine, doğal süreçlere uyum sağlamamız gerektiğine emin oldum.
Bütün bunların kulağa akıl almaz gelebileceğini biliyorum, ama bu düşünceleri ne zaman kelimelere koymaya çalışsam hep öyle gibi geliyorlar. O esin, başka bir kişiye kolayca açıklanabilecek bir şey değildi.
PLOWBOY: Neden olmasın?
FUKUOKA: Benimkine benzer bir deneyim yaşayan herkes içgüdüsel olarak anlayacaktır. . . Fakat bu anlayışa sahip olmayan, hele ki bunun arayışında bile olmayan insanlara yardım etmek için söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Örneğin, hayalet diye bir şey olduğunu düşünüyor musun? Hiç hayalet gördün mü? (Bir gülümseme ile görüşmecinin omzunu işaret ediyor) Şuradakini görmedin mi? Hayalet görmemiş insanlar genellikle onlara inanamazlar. Böyle bir tecrübe yaşamış olanlar ise bu olguya tamamen inanırlar, onları ikna etmeye gerek yoktur.
PLOWBOY: Düşünüş biçiminizdeki bu değişim, hayatınızı nasıl etkiledi?
FUKUOKA: Gümrük Bürosu’ndaki işimden hemen ayrıldım. Sonraki bir-iki yılımı ülke çapında seyahat ederek, insanlarla konuşarak ve sayısız deneyim edinerek geçirdim. Bazen dağlarda, bazen kaplıcaların yakınında kamp yaptım. Şehirde olduğum zamanlarda, tapınaklarda ya da parklarda uyurdum. . . Kırsala gittiğimdeyse çiftçilerin evlerinde kaldım ve tarlalarında onlarla birlikte çalıştım. Aslında gezintimi yeni anlayışımı tüm ülkeye yaymak için başlatmıştım. . . ama her ne zaman insan varlığının anlamsızlığından söz etmeye başlasam, anlatacaklarımla kimse ilgilenmiyordu! Acayip bir tip olarak görüldüm ve gözardı edildim. Sonunda insanların teorilerimi anlamalarına yardımcı olmak için bunları somut ve elle tutulur bir şekilde göstermem gerektiğine karar verdim. Buna ayrıca, tabi ki, haklı olduğuma kendimi ikna etmek için de ihtiyacım vardı.
Tarımın en kıymetli uğraş olduğuna inandığımdan, memleketime geri dönmeye ve bir çiftçi olmaya karar verdim. İnsan bilgisinin faydasızlığı konusundaki teorimi tarıma uygulayıp uygulayamayacağımı görmek istedim. . . Böylece insanlar sözlerimi anlamazlarsa onları tarlalara götürebilir ve onlara bu fikirlerin gerçekliğini gösterebilirdim.
PLOWBOY: Ve o günden beri çiftçilik yapıyorsunuz?
FUKUOKA: Neredeyse. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Koçi’deki Zirai Uygulamalar Merkezi’nde çalışmak üzere gönderildim, burada bilimsel çalışmalarıma geri dönmem gerekti. Yine de savaş bittikten sonar neşeyle dağlara döndüm ve hayatıma bir çiftçi olarak devam ettim.
PLOWBOY: Ne büyüklükte bir arazide başladınız?
FUKUOKA: Savaştan sonra Japonya’da, babam gibi büyük toprak sahiplerinin varlıklarının çoğunu kaybettiği, Nochi-kaiho denen muazzam bir toprak reformu yapıldı. Babam bundan kısa süre sonra vefat etti ve bana yaklaşık bir dönümlük bir küçük çeltik tarlası kaldı.
PLOWBOY: Doğal tarımı hemen uygulamaya başladınız mı?
FUKUOKA: Denemelere babamın mandalina bahçelerinin bir kısmında savaştan önce başlamıştım. Doğanın kendi gidişatını çizmesine izin vermek adına, ağaçların müdahalem olmadan büyümesi gerektiğine inanıyordum; ilaçlama, budama veya gübreleme yapmadım. . . hiçbir şey yapmadım. Ve, tabi ki, meyve ağaçlarının büyük bir bölümü böcekler ve türlü hastalıklar nedeniyle yok oldu.
Görüyorsunuz, sorun doğal tarım uyguladığımı sanarken gerçekte yaptığım şeyin ‘tembel tarım’ olmasıydı! Sürecin tümüyle dışında kalıp işi yalnızca doğaya bıraktım, her şeyin iyi sonuçlanmasını bekledim. Ama yanılmıştım. Bu genç ağaçlar evcilleştirilmiş, dikilmiş, budanmış ve insanlar tarafından bakımları yapılmıştı. Ağaçlar insanların kölesi haline getirilmişti, bu nedenle çiftçiler tarafından sağlanan suni destek aniden kaldırıldığında hayatta kalamadılar.
PLOWBOY: Öyleyse, başarılı doğal tarım hiçbir şey yapmamaktan ibaret değil?
FUKUOKA: Hayır, doğal tarım zihninizi doğanın işleyişi ile mümkün olduğunca uyumlu hale getirme sürecini içeriyor. Bununla birlikte, dikkatli olmalısınız: Bu yöntem, bahçecilikle ilgili sahip olduğumuz tüm bilimsel bilgiyi birdenbire kapı dışarı etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Bu yalnızca terk etmek olurdu; çünkü bu eylem, insanların değiştirilmiş bir ekosisteme dayattığı bağımlılık döngüsünü göz ardı eder. Eğer bir çiftçi “ehlileştirilmiş” alanlarını tamamen doğaya terk ederse, hatalar ve yıkım kaçınılmazdır. Doğal çiftçiliğe giden gerçek yol, bir insanın doğanın değişmemiş halini bilmesini gerektirir; böylece doğanın süreçleriyle uyumlu çalışmak için ne yapılması (ve ne yapılmaması) gerektiğini içgüdüsel olarak anlayabilir.
PLOWBOY: Bu tutum, kurulu modern tarımın “manipüle et ve hükmet” temelini kesinlikle reddediyor. Geleneksel eğitiminizden bu olağandışı çiftlik kavramına nasıl ilerlediniz?
FUKUOKA: Gençliğim sırasında köydeki bütün çiftçilerin fidelerini sular altındaki çeltik tarlalarına naklederek pirinç yetiştirdiklerini gördüm. . . Nihayetinde fark ettim ki, pirinç kendi halindeken bu şekilde büyümüyor! Böylece, geleneksel tarım yöntemleri konusundaki bilgilerimi bir kenara bırakıp sadece pirincin doğal döngüsünü izledim. Vahşi haliyle pirinç yaz boyunca olgunlaşır. Sonbaharda yaprakları solar ve bitki, tohumlarını yeryüzüne bırakmak üzere boynunu eğer. İlkbaharda karlar eridiğinde, bu tohumlar çimlenir ve döngü tekrar başlar. Başka bir deyişle, pirinç taneleri sürülmemiş toprağa düşer, kendiliğinden filizlenir ve büyür.
Bu doğal süreci izledikten sonra, tarlanın nakletme/suda bırakma rutinini tamamen doğal dışı olarak görmeye başladım. Ayrıca bir tarlayı hazır kompost ile gübreleme, sürme ve yabani otlardan temizleme gibi yaygın uygulamaların da tamamen gereksiz olduğunu tahmin ediyordum. O zamandan beri yaptığım tüm araştırmalar şunu ya da bunu yapmama yönündeydi. Bu 30 yıllık çalışma bana birçok çiftçinin neredeyse hiçbir şey yapmayarak daha iyi durumda olacağını öğretti!
İnsanlar genellikle, tüm kibir ve cehaletleri içinde, doğanın döngüsünün devamı için yardıma muhtaç olduğunu düşünür. Gerçek şu ki, doğa insanlardan böylesi bir “yardım” almazken çok daha iyi durumdadır! Bir tarla sağlıklı olduktan ve kendi başına çalıştıktan sonra, doğal – ya da “müdahale etmeyen” – tarım gerçek bir olasılık haline gelir. Ancak, portakal bahçemin gösterdiği gibi, böyle bir durum aniden başlatılamaz. Japonya’da ve diğer tarım ülkelerinde araziler yıllarca makineler tarafından sürülmüştür. . . bunun ondan öncesinde de inekler ve atlar tarafından. Bu gibi alanlarda, toprağı işlemeyi bırakır ve hiçbir şey yapmama tutumunu bir anda benimserseniz, başlangıçta pek iyi sonuçlar almazsınız. Önce toprağın kendisini iyileştirmesine izin verilmelidir. Bereket ve verimlilik, ayrışarak toprağa karışacak yüzey malçı ve ekin sapları ile sağlanabilir.
PLOWBOY: Ekin Sapı Devrimi kitabınıza aşina olmayanlar için, doğal sisteminizde izlediğiniz tahıl, sebze ve turunçgil yetiştirme yöntemlerini gözden geçirelim.
FUKUOKA: Öncelikle, dört sağlam ilkeye göre çalışıyorum. İlk kural: “TOPRAĞI SÜRMEK YOK”. Yani, toprağın altı üstüne getirmek yok, pulluk kullanmak yok. Bunun yerine; bitki köklerinin nüfuzu ve mikroorganizmalar, solucanlar ve küçük hayvanların kazma aktiviteleri yoluyla toprağın kendisini işlemesine izin veririm.
İkinci kural: “KİMYASAL GÜBRE VE HAZIR KOMPOST YOK”. Bu tip maddeleri dikkatsizce kullandığınızda, toprak için gerekli olan besin maddelerini emip toprağı kurutabilirsiniz! Kendi halie bırakıldığında toprak; bitki ve hayvan yaşamının doğal döngüsüyle uyum içinde, kendi verimliliğini korur.
Üçüncü kural: “YABANİ OT TEMİZLİĞİ YOK”. Ne toprağı işleyerek, ne de herbisit kullanarak. Otlar, toprak verimliliğini arttırmada ve biyolojik topluluğun dengesinde önemli bir rol oynar. . . Bu yüzden tarlalarımdaki yabani otları yok etmek yerine kontrol altında tutmak için bir uygulama yapıyorum. Sap malçı, ekinlerle iç içe ekilmiş beyaz yonca örtüsü ve kısa süreli su altında bırakma, tarlalarımda etkili bir yabani ot kontrolü sağlıyor.
Doğal çiftçiliğin nihai ilkesi: “PESTİSİT YOK”. Daha önce vurguladığım üzere, doğa yalnız bırakıldığında mükemmel bir denge halindedir. Elbette, zararlı böcekler ve hastalıklar her zaman mevcut, ancak normalde zehirli kimyasalların kullanımını gerektirecek boyutta değil. Bence hastalık ve böcek kontrolüne tek mantıklı yaklaşım sağlıklı bir ortamda, dayanıklı ürünler yetiştirmektir.
Ekim düzenime gelecek olursak, sonbaharda ayrı tarlalara çavdar ve arpa tohumlarını yayarım. . . pirinç bu bölgelerde halen duruyor iken. Birkaç hafta sonra pirinci hasat eder, saplarını malç olarak tarlalara geri sererim. Bu iki kış tahılı genellikle 20 Mayıs civarında kesilir. . . Ancak bu bitkiler tamamen olgunlaşmadan iki hafta kadar önce, üzerlerine pirinç tohumu serperim. Çavdar ve arpa hasat edildikten ve harman olunduktan sonra, pirinç fidanlarını korumak üzere saplarını tarlaya geri sererim. Aynı tarlalarda beyaz yonca ve yabani otlar da yetiştiriyorum. Sonbaharın başlarında pirinç bitkileri arasına baklagil ekerim. Otlar hakkında endişelenmeme gerek yok. . . Kendilerini oldukça kolay yeniden tohumluyorlar!
Benimki gibi 5 dönümlük bir tarlada, bir veya iki kişi, tüm pirinç ve kış tahılı yetiştirme işini tarlayı her mevsim su altında bırakmadan birkaç günde yapabilir. . . kompost, gübre, herbisit veya diğer kimyasalları kullanmadan. . . ve tarlanın bir santimetresini bile sürmeden! Tahıl yetiştirmenin daha basit bir yolunun olabileceğini düşünemiyorum.
Turunçgile gelince, evimin yakınındaki yamaçlarda birkaç çeşit yetiştiriyorum. Söylediğim gibi, doğal tarım uygulamalarıma savaş sonrasında ufak bir alanda başladım, fakat yavaş yavaş terk edilmiş arazileri çevreleyen toprak parçalarına el koyup onlarla bizzat ilgilenerek fazladan alan edindim. İlk işim bu kırmızı kil toprağı zemin örtüsü olacak yonca ekerek ve yabani otların geri dönmesine izin vererek iyileştirmekti. Aynı zamanda toprağa birkaç dayanıklı sebze türü – örneğin Japon turpu – ektim ve doğal avcıların böcek zararlılarının çaresine bakmalarına izin verdim. Bu kalın yabani ot/yonca örtüsü; 30 yılın sonunda bahçe toprağının yüzey tabakasının gevşek, koyu renkli, solucan ve organik madde açısından zengin hale gelmesini sağladı. Meyve bahçemdeki turunçgil ağaçlarının arasında şimdi çam, sedir, birkaç armut ağacı, Trabzon hurması, malta eriği, Japon kirazları ve başka çok sayıda yerli tür yetişiyor. Aynı zamanda azot bağlayıcı olan akasyalar var, toprağın derinliklerini zenginleştirmeye yardımcı oluyorlar. Rüzgâr siperi olarak uzun boylu ağaçlar, altında turunçgil ve yeşil gübre olarak zemin örtüsü bitkileri ile işleri kolaylamanın ve meyve bahçesinin kendisini yönetmesine izin vermenin bir yolunu buldum!
PLOWBOY: Ayrıca bir mutfak bahçesinde sebze yetiştirmiyor musunuz?
FUKUOKA: Aslında bu tür ürünleri dağın her yerinde biten yabani otların arasında yarı vahşi şekilde yetiştiriyorum. Sadece bahçemde dulavratotu, lahana, domates, havuç, hardal, fasulye, şalgam ve birçok başka bitki ve sebze yetiştiriyorum. Bu ekim yönteminin amacı, aksi takdirde muhtemelen kullanılmayacak olan topraklarda mümkün olduğunca doğal bir şekilde mahsul yetiştirmektir. “Geliştirilmiş” yüksek verimli tekniklerle bahçıvanlık yapmaya kalkışırsanız, girişiminiz istila ya da hastalık sonucu başarısızlığa uğrayacaktır. Ancak, çeşitli otlar ve diğer gıda bitkileri birlikte karıştırılıp doğal bitki örtüsü arasında yetiştirilirse, böceklerin verebileceği zarar o kadar düşük olur ki sprey kullanmanız ya da böcekleri el ile ayıklamanız bile gerekmez.
Sebze tohumlarımı ekmek için, basitçe yabani ot örtüsünün bir bölümünü tırpanla biçip tohumları serperim. Üstlerine toprak atmanıza gerek yok. . . ben yalnızca biçtiğim bu bitkileri doğal malç gibi üzerlerine geri koyuyorum. Genellikle yeni filizlenen sebzelere avantaj sağlamak adına yabani otların iki veya üç kez daha biçilmesi gerekir, ancak bazen sadece tek sefer yeterlidir. Bu şekilde yetiştirilen sebzeler, çoğu insanın düşündüğünden daha güçlüdür. Aslında, çeşitli ve dinç yabani otların yetiştiği her yerde, mahsul de yetişebilir. . . Ancak başarılı olabilmeniz için, yerli yabani otların ve çimlerin yıllık döngüsünü tanımanız ve onlarla hangi sebzelerin en iyi eşleşeceğini öğrenmeniz önemlidir.
PLOWBOY: Doğal tarımla uğraştığınız on yıllar boyunca hastalıklar veya böcek zararlılarıyla ilgili gerçekten ciddi bir sorunla hiç karşılaştınız mı?
FUKUOKA: Tarlaları doğal durumlarına döndürdüğümden beri, böcekler veya hastalıklarla ilgili gerçekten zor bir problemimin olduğunu söyleyemem. Bir şeyler ters gidiyor ve ekinler çok yakında harap olacakmış gibi göründüğünde bile, her seferinde, doğa beni kurtardı!
Elbette, hatalar yaptım. . . her üreticinin yaptığı gibi. Buna karşın, onları asla hata olarak görmüyorum! Örneğin başlarda, bir tarlanın %70’i aşırı büyümüş ve verimsiz, %20 ila %30’u son derece üretken olduğunda, sınırlı hasatımı başarı olarak gördüm. Tarlanın küçük bir bölümünden ürün alabildiysem, eninde sonunda arazinin geri kalanının da aynı şekilde iyileşmesini sağlarım diye düşünmüştüm. Komşularım böyle bir tarladan asla memnun kalamazlardı. . . ama ben ‘hata’yı yalnızca bir ipucu veya bir ders olarak gördüm. İlk yıllarımda yaptığım en önemli keşiflerden biri, doğal tarımda başarılı olmak için beklentilerinizden kurtulmak gerektiğiydi. Zihnin bu tür “ürünleri” çoğu zaman yanlıştır veya gerçekçi değildir. . . ve zihniniz bu istekleri karşılanmadığında bir hata yaptığınızı düşünmenize neden olur.
PLOWBOY: Peki ya mahsulleriniz arasında yetişen yabani çimenler ve otlar, kontrolden çıkma tehdidi yarattıkları olmuyor mu?
FUKUOKA: Yabani otları kontrol etmek için herbisit kullanmak ya da mekanik ekim yapmak yerine, işe daha az yarayan bitkilerin yayılmasının önüne geçmek için daima bakliyat ve diğer örtü ekinlerini kullandım. Aynı zamanda malç olarak tarlaya attığım saplar hem yabani otları caydırıyor, hem de sonbaharın yağışsız geçtiği dönemlerde, toprağın tohumları çimlendirecek nemi kazanmasını sağlıyor.
PLOWBOY: Tüm söyledikleriniz az emek gerektiren tarım yönteminin ideal bir örneği gibi. Peki ekinlerinizin verimleri ne durumda? Konvansiyonel tarım yapan çiftçiler ile olumlu olarak mukayese edilebildikleri doğru mu?
FUKUOKA: Başlangıçta ne beklentilerim yüksekti, ne arzularım. . . ne de aldığım verim! Fakat toprağın durumunda denge kuruldukça ve tarlalar doğal hallerine dönüştükçe, elde ettiğim ürün miktarı sürekli artmaya başladı. Fark ettiğim herhangi bir çarpıcı değişiklik olmadı; ama nihayetinde tarlayı sürmeden veya tüm yaz boyu suda bırakmadan pirinç yetiştirmeme rağmen, aldığım ürün miktarının diğer çiftçilerin tüm makine ve kimyasal kullanımlarıyla ancak elde edebildiği miktara eşdeğer olduğunu gördüm. . . bazen daha da fazla. Hem kış tahılı hem de pirinç için aldığım ürün miktarı dönüm başına 590 kilogram civarında dengelenmiş durumda. Bu Japonya’daki en yüksek rakamlara çok yakın!
Gelecekte, pirinç, arpa ve diğer tahıl ürünlerimdeki verimin artmaya devam edeceğini düşünüyorum. Sonuçta, yakın zamana kadar bu köydeki diğer çiftçilerle – ve tüm Japonya’daki üreticilerle – aynı tür bitkileri yetiştiriyordum. Fakat doğal tarım uygulamalarının bir sonucu olarak, bitkilerin sadece tozlaşmalarına izin vererek tarlalarda bazı yeni türler “geliştirdim”. Bu yerli tohum çeşitleri ile çiftliğimin Japonya’daki en yüksek verimi elde etme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum. . . ve muhtemelen dünyadaki; çünkü Japonya, pirinçten alınan ortalama verimde gezegenin lideri! Eğer doğal tarım baki olursa, herhangi bir arazinin üretim kapasitesinin şimdiki ‘kimyasal bazlı’ üretim seviyelerinin çok ötesine geçememesi için hiçbir sebep yok. . . sonunda – güneşten bir alana ulaşan enerji miktarı göz önüne alındığında – doğal tarımın en yüksek verime erişmesi teorik olarak mümkün.
PLOWBOY: Böylesine elverişli bir üretim biçimiyle, doğal tarım pratiklerinizin kendinize ve ailenize yettiğini varsayıyorum.
FUKUOKA: Çok para kazanmadım, ancak sabit giderlerim o kadar düşük ki hiç parasız kalma tehlikesi yaşamadım. İlk olarak, bu şekilde tarım yapmaya başladıktan sonra, dağımın üzerinde yetişen portakalların köyün en büyüğü ve en tatlısı olduğu sözü yayıldı. O meyve, gelirimin en büyük kısmını sağlıyor. Daha sonra, arazilerim genişledikçe ve toprak geliştikçe, işler bizim için daha da kolaylaştı. Evet, doğal tarımla rahat – yine de mütevazı – bir yaşamı rahatça sağlayabildim.
PLOWBOY: Büyük ölçekli tarım kurumları fikirlerinize herhangi bir ilgi gösterdi mi?
FUKUOKA: İlk kez 25 yıl önce, tarım dergilerinde bu “toprağı işlemeden, doğrudan serpme ile kış tahılı / pirinç ardıllığı yetiştirme” planını sundum. O zamandan beri, bu yöntem yayınlarda sıklıkla görülmeye başladı ve bunu çok sayıda radyo ve televizyon programında kamuya açıkladım. . . ancak kimse pek ilgi göstermedi. Yine de, son 15 yıldır, doğal tarım konusundaki genel tutum değişmeye başladı gibi geliyor bana. Birçok tarımbilim araştırmacısı, toprağı işlememe metodumu büyük bir beğeniyle karşıladılar. Hatta doğal tarımın moda olduğu bile söylenebilir! Gazeteciler, profesörler, çiftçiler, teknik araştırmacılar ve öğrenciler tarlalarımı ziyaret etmek ve dağdaki kulübelerimde kalmak için akın ediyorlar.
Doğal bir yaşam tarzı yaşayarak ve bunun yararını göstererek… insanlığa hizmet ettiğimi hissediyorum… Çiftçiliğin nihai amacı ekinlerin değil, insanların yetişmesi ve mükemmelliğe ulaşmasıdır.
PLOWBOY: Tarım tekniklerinize yönelen ani merak neden?
FUKUOKA: Sanırım pek çok insan doğadan çok uzaklaştı. Modern dünyadaki her şey gürültülü ve haddinden fazla karmaşık bir hale geldi, insanlar daha basit ve daha sessiz bir hayata dönmek istiyorlar. . . benim gibi sıradan bir çiftçinin yaşadığı türden bir hayata. Görüyorsunuz ki, insanlar, gerçekliğin değişmez, hareketsiz merkezinden doğadan koptukları ölçüde sapıyorlar. Aynı zamanda, merkezden uzaklaşsalar dahi merkezcil bir etki kendini gösteriyor, doğaya – gerçek merkeze – geri dönme arzusu. Doğal tarımın hayatın bu değişmez, hareketsiz merkezinden doğduğuna inanıyorum.
Görünüşe göre, kimyasal tarımın uzun vadeli tehlikelerinin farkına varılması da alternatif tarım yöntemlerine olan ilginin tazelenmesini sağladı. Birçok kişi yöntemlerime bakıyor ve daha önce ilkel ve geri kalmış olarak nitelendirdiklerinin belki de modern bilimin çok ilerisinde olduğunu görüyor!
PLOWBOY: Ağır makineler, fosil yakıtlar veya işlenmiş kimyasallar gerektirmeyen; düşük maliyetli, yoğun emek gerektirmeyen bir gıda yetiştirme yöntemi uyguluyorsunuz. . . ve “modern” bilimsel yöntemlerle kıyaslanabilecek düzeyde verim elde ediyorsunuz. Bu kulağa gerçekleşen bir rüya gibi geliyor. Her yerde doğal tarımla uğraşan insanlar olmalı!
FUKUOKA: Pek değil. . . Çünkü benim yöntemim onlara bir hayal gibi gözüküyor. Doğal çiftçiliğin, aslında birçok insan için korkutucu bir fikir olduğunu düşünüyorum! Toplumumuzun ve medeniyetimizin tüm iklimini değiştirebilecek devrimci bir tavrı gerektiriyor.
PLOWBOY: Peki bu bireyleri yöntemlerinizi denemeye ikna etmek için ne gerekir?
FUKUOKA: Tek bir çiftçinin veya ailenin kendileri başına buna başlaması çok zor olurdu. Doğal tarım, başlangıçta – arazi dengeye dönene dek – çok iş gerektirir ve kendinizi buna adayacak bolca zamanınız olmadığı sürece bunu yalnız yapamazsınız.
Dönüşüm bir köy ya da küçük bir kasaba düzeyinde daha kolay meydana gelebilir, ancak bir “ekin sapı devrimi” başlatmanın en iyi yolu büyük ölçekte çalışmaktır… kolektif bir girişimle. Hükümet, tarımsal işbirlikleri, çiftçiler, tüketiciler – başka bir deyişle, herkes – bunun toplumumuzun gitmesi gereken yön olduğuna hemfikir olmalı. Eğer bu tür bir işbirliğine giremezsek, tarım yöntemlerimizde önemli değişikliklerin meydana gelmesi uzak bir ihtimal.
En önemlisi, insanların doğa algılarını değiştirmemiz gerekiyor. Özellikle Amerika’da, sıkça görebileceğiniz açıklıklar hiç de doğal değildir. . . hepsi birer taklittir, insan yapımı doğadır. Örneğin, bu üniversitenin zeminine bak. Tek tük ağaçların dikildiği, yumuşak ve rahat, güzel çimlerle karşılaşırsınız. Yeşillik gerçekten güzel, ancak bunlar burada kendiliğinden gelişen ağaçlar ve otlar değildir. İnsanlar tarafından, yine insanlara fayda sağlamak üzere buraya getirilmişlerdir. Yerli bitkiler bastırılmış ya da yok edilmiştir. . . ve onların yerine bu egzotik, yerli olmayan çim yetiştirilmiştir. Böyle yapay bir manzaranın doğal haline dönmesine izin vermek, bu gezegende yaşayan insanlar, diğer tüm hayvanlar ve bitkiler için iyi olurdu. Ancak, bunun değerini herkes bilmeyecektir. . . sinek, sivrisinek ve diğer böcekler gibi; insanların pek hoşlanmadığı hayvanlardan daha çok olurdu ve bazıları “Ah, ne kadar rahatsızlık verici, ne can sıkıcı!” derdi.
PLOWBOY: Amerika turunuza birkaç hafta önce, Kaliforniya’da başladınız. ‘Yapay doğa’yı orada da gördünüz mü?
FUKUOKA: Kaliforniya’nın bozulmuş halini görmek benim için bir şok oldu. İspanyolların getirdiği otlak inek ve koyunları, tilkikuyruğu ve yabani yulaf gibi yıllık otlak çimlerinin yanısıra yerli çimlerin de tamamen yok olmasına sebep oldu. Buna ek olarak, yer altı suyunun tarım için aşırı kullanımı, büyük barajlar ve sulama projeleri, yüzey sularının doğal dögüsünü kesintiye uğratıyor. Ormanların pervasızca ve yoğun bir şekilde yok edilmesi toprak erozyonuna neden oluyor, derelere ve balık nüfuslarına zarar veriyor. Bütün bunların sonucu olarak, toprak giderek daha kurak hale geliyor. Korkunç bir durum… İnsan müdahalesi nedeniyle çöl eyalet geneline sızıyor, ancak kimse durumu kabul etmiyor.
PLOWBOY: Doğal tarım tekniklerinin yaygın şekilde benimsenmesinin bu süreci tersine çevirip Kaliforniya’nın tekrar yeşillenmesine yardımcı olabileceğini düşünüyor musunuz?
FUKUOKA: Aslında, insanların yabani ot/zemin örtüsü rotasyonunun nasıl belirleneceğini ve saf bir hale getirileceğini öğrenmeleri birkaç yıl alacaktır; ancak yetiştiriciler toprağın iyileşmesi için ellerinden geleni yaparsa, hızlı bir şekilde gelişeceğini düşünüyorum. Eğer bu yapılırsa, Kaliforniya zaman içinde heyecan verici, gerçekten doğal bir yer haline gelebilir… çiftçiliğin olması gerektiği gibi neşeli bir aktivite olabileceği bir yer. Fakat modern tarım şu anda gittiği yolda devam ederse, bitmiştir. Günümüzde gıda yetiştirme durumu iyi görünebilir, ancak bu sadece petrol yakıtlarının şu anda mevcut olmasına dayanan bir yanılsamadır. Büyük Amerikan çiftliklerinde yetiştirilen tüm buğday, mısır ve diğer ürünler büyüyüp gelişiyor olabilir, ancak bunlar gerçek doğanın veya gerçek tarımın ürünü değildir. Yetiştirilmek yerine imal edilirler. Bu şeyleri toprak üretmiyor. . . petrol üretiyor!
PLOWBOY: Şiddetli bir petrol sıkıntısını olumlu bir gelişme olarak görürüm dememiş miydiniz?
FUKUOKA: Elbette. İnanıyorum ki, petrol tedarik hatlarımız ne kadar çabuk kurursa o kadar iyi olur. O zaman doğal tarıma dönmekten başka seçeneğimiz kalmayacak!
PLOWBOY: Fakat tipik bir “agribiz” (agri-business, tarımsal işletmeler) çiftliğinde yüzlerce hatta binlerce ekili alan bulunur. Böyle bir ortamda biri doğal tarımı nasıl uygulayabilir?
FUKUOKA: Her şeyden önce bu tip çok geniş yayılmalar olmamalı. Ne yazık ki, modern Amerikan tarım sisteminde, kırsaldaki çok az insanın şehirlerde yaşayan milyonlarca kişiye yiyecek üretiyor. Japonya’da ortalama bir tarla ABD’dekinden daha küçüktür. . . ancak dönüm başına verimi çok daha fazladır. Kendi çiftliğimdeki tüm işlerimi el aletleri ile, herhangi bir elektrikli makine kullanmadan yapabilirim.
Fakat sanırım ülkenizdeki bu mega-çiftliklerin, en azından hasat için bazı makinelere ihtiyacı oluyor. Yine de, gelecekte kırsala geri dönenlerin sayısı arttıkça ve insanlar küçük araziler üzerinde kendi yiyeceklerini yetiştirmeye başladıkça, makinelere ve fosil yakıtlara bağımlılık çok daha az olacağından doğal tarım teknikleri kullanılmaya başlanabilir.
PLOWBOY: Yani bir gün Kuzey Amerika’nın doğal tarıma adapte olmasının uygun olabileceğini mi düşünüyorsunuz?
FUKUOKA: Elbette, elbette! Söz konusu doğaysa, Kuzey Amerika, Afrika, Endonezya veya Çin – hangisinden bahsettiğiniz önemli değil. . . Doğa doğadır. Sonuçta, modern sanayi çiftçiliği artık dünyanın neredeyse her yerinde uygulanmaktadır. Aynı şekilde, doğal tarım da neredeyse her yerde uygulanabilir.
Ben sadece aynı dünyanın başka bir yerinden ziyarete gelen bir çiftçiyim. Yaptığım ekin sapı araştırmamla, insanların – her nerede olurlarsa olsunlar – doğayla nasıl ilişki kurabilecekleri ve uyumlu bir şekilde nasıl yaşayabilecekleri konusunda önemli ipuçları yakaladım.
PLOWBOY: Ancak yöntemlerinizin bu ülkedeki yerel büyüme koşullarına uyacak şekilde uyarlanması gerekmez mi?
FUKUOKA: Her yerin biraz farklı olduğu doğrudur. Burada, Massachusetts’te, Pasifik Okyanusundan çok uzakta bulunuyoruz – Şikoku adasındaki evimden ise çok daha uzakta. . . Bu yüzden edindiğim deneyim ve bilgi burada geçerli olmayacak gibi görünebilir. Bununla birlikte, o küçük çiftlikte yaptığım araştırma beni ekin rotasyonu için pratik ve test edilmiş bir yönteme ulaştırdı. Dolayısıyla, yeni başlayacaklara, daha önce denemiş olduğum tekniklerle en azından bir başlamalarını öneriyorum, her nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar. . . burada, Atlantik kıyısında olsalar bile.
Bunu yapan biri, ilk yıl boyunca bazı sorunlarla karşı karşıya kalabilir, elde ettiği sonuçlar benimkilerin tamamen aynısı olmayabilir. Fakat sonunda yetiştirici için, neyin neden işe yaramadığı bariz olacaktır. Belki belli bir tohum çok geç ekildi, belki de o tür, iklim ve toprak için yanlıştı. İlkelerimi anlama ve uygulamanın ikinci senesinde, bir kişi kendi topraklarında nelerin yapılması gerektiğini açıkça görecektir. Doğal tarımı denemek isteyen herkese çalışma ve araştırmalarımdan faydalanmasını ve bunları oldukları gibi kullanmasını söylerim. . . Başlamanın akıllıca yolu budur. Derhal kendi yolunuzu çizip bölgenin gerçek ‘doğa’sını aramaya başlarsanız, bulmanız 20 ila 30 yıl sürer – tıpkı bunu Japonya’da gerçekleştirmemin senelerimi almış olması gibi. Bunun yerine, doğal tarımla ilgili her girişiminizde ilk adım önyargılarınızdan kurtulmak olmalıdır. . . o zaman, sadece yaparak öğrenebilirsiniz!
PLOWBOY: Bütün mantıksal akıl yürütme süreçlerini terk etmemizi mi söylüyorsunuz?
FUKUOKA: Evet!
PLOWBOY: Fakat Sayın Fukuoka, doğal tarım fikrini geliştirme sürecinde kendiniz de çok fazla deney ve araştırma yaptınız. Mantık kullandınız. . . ve şimdi onu tümüyle göz ardı etmemizi mi söylüyorsunuz?
FUKUOKA: Kesinlikle! Kendi fikirlerinizi bir anlığına kenara atın ve deneylerimin sonuçlarının bazı yeni fikirlerin ve düşünce biçimlerinin tohumu olmasına izin verin. Birçok kişiye “Hmm… iklimim onunkinden tamamen farklı, beyaz yonca kullanmak yerine bu diğer zemin örtüsünü deneyeceğim.” şeklinde düşünmek cazip gelebilir. Bu akıl yürütme zinciri insanı yolundan alıkoyup çıkmaz sokaklara götürebilir! Yonca, yabani otları geride tutmak ve toprağı yenilemek için gereklidir.
PLOWBOY: Fakat kullanılabilecek birçok yonca çeşidi var, değil mi?
FUKUOKA: Ah, anlıyor musun? Demek istediğim şey tam da bu: bu konuşan mantığınız! Fazla soru sormayın. Beyaz yonca önerirsem, beyaz yonca kullanın. Kırmızı yonca önerirsem, kırmızı yonca kullanın. Yıllarca karaburçak, lupin, trefoil ve birçok yonca türü denedim. . . tahılların ve sebzelerin doğal, pulluksuz dönüşümü için ve meyve bahçesinde bir zemin örtüsü olarak beyaz yoncanın en iyisi olduğu sonucuna vardım.
Bulgularım başkaları tarafından da doğrulandı. Yakın zamanda Pennsylvania’daki Rodale Organik Tarım Araştırma Merkezi’ni ziyaret ettiğimde, oradaki insanlar bana yıllarca yonca ve diğer zemin örtüleriyle, tahıl ve sıra ekinlerini karışık ekerek yapmış oldukları deneyleri gösterdi. Ve biliyor musunuz, en büyük başarıyı elde ettikleri tarlalar beyaz yonca kullandıkları yerlerdi!
PLOWBOY: Kuzeybatı Pasifik’te organik tarımla uğraşan çiftçi ve bahçıvanların Tilth diye adlandırdıkları bir ağ var. Oregon, Washington, Idaho ve British Columbia’daki üyeler; arpa ve mısır tarlalarına, elma ve sebze bahçelerine çeşitli yonca türleri ektikleri bir “yonca projesi” başlattılar. . . bu örtü bitkisi ile ilgili deneyim kazanmak için. Bu tür bir deneyin faydalı olduğunu düşünmüyor musunuz?
FUKUOKA: Tabi, evet, sorun yok. . . ancak sonuçlar burada zaten mevcut, tam önümüzde hazır duruyor! Bu tür deneyleri 25 yıl önce yaptım, insanlar sadece sonuçlara baksalar deneyimimden yararlanabilirlerdi. İnancın açtığı kestirme yolu kullanarak çok fazla zaman ve emekten istifade edebilirler.
Sanırım, Amerikalılar inanmayı zor buluyorlar: Denemek ve kendi gözleriyle görmek zorundalar. Fakat inanç, en doğrudan yaklaşımdır.
PLOWBOY: Bazı insanlar sizin tarım teorinizde ruhani, hatta mistik bir nitelik fark ettiler. İlahi bir kaynağın size yol gösterdiğine ya da bir içgörü sağladığına inanıyor musunuz?
FUKUOKA: Doğal tarım – insana doğaya dair derin bir anlayış geliştirmenin yolunu öğretebileceği için – kişiyi ruhani bir içgörüye götürebilir, ancak tam anlamıyla ruhani bir uygulama değildir. Doğal tarım sadece tarımdır, daha fazlası değil. Yöntemlerimi uygulamak için maneviyata yönelmiş bir insan olmak zorunda değilsiniz. Bu kavramlara berrak, açık bir zihinle yaklaşabilen herkes iyi başlayacaktır. Aslında, doğal tarımı en kolay benimseyebilecek kişi; arzu, felsefe veya din gibi, yetişkinlerin yolunu tıkayan engellere sahip olmayan kişidir… bir çocuğun zihnine ve kalbine sahip olan kişi. İnsanın bilmesi gereken tek şey doğadır… gerçek doğa, bildiğimizi sandığımız doğa değil!
PLOWBOY: Bu tutumun ne olması gerektiği konusunda daha spesifik olabilir misiniz?
FUKUOKA: Birçok kişi, tarım yaparken doğanın gıda yetiştirme çabamızda bize yardımcı olduğunu düşünüyor. Bu insan merkezli bakış açısına münhasır bir düşünce. . . Bunun yerine, doğadan onun bize vermeye karar verdiği şeyleri aldığımızı anlamalıyız. Bir çiftçi, yaratma anlamında bir şey yetiştirmez. İnsan, doğanın varlığını ifade ettiği tüm sürecin yalnızca küçük bir parçasıdır. Çiftçinin bu süreç üzerinde orada bulunmak ve küçük rolünü oynamak haricinde bir etkisi yoktur.
İnsanlar, doğayla ilişkilerini kuşların kurduğu gibi kurmalıdır. Kuşlar ortalıkta dikkatle tarlaları hazırlamak, tohum ekmek ve yiyecek toplamak için dolaşmazlar. Hiçbir şey yaratmazlar. . .alçakgönüllü ve minnettar bir kalp ile orada hazır olanı alırlar. Biz de besinlerimizi doğa anadan alıyoruz. Bu nedenle, ellerimizi dua eder gibi birleştirmeli, doğayla uğraşırken “lütfen” ve “teşekkür ederim” demeliyiz.
PLOWBOY: Yönteminizin – örneğin bu farklı yaklaşımları teşvik ederek – gıda yetiştirme şeklimizden de büyük bir etki yaratabileceğini düşünüyor musunuz?
FUKUOKA: Evet, doğal tarım çağımızın sorunlarının çoğunu çözmeye yardımcı olacak yaşam biçimi değişikliklerinin önünü açabilir. İnsanların modern dünyanın sürekli hızlanan büyüyüşü ve bilimsel gelişmeleri ile ilgili endişelenmeye, nükleer enerji santralleri ya da balina katliamları gibi şeyleri sorgulamaya başladıklarını; işleri yeniden değerlendirme zamanının gelip çattığını fark ettiklerini düşünüyorum.
Doğal bir yaşam tarzı yaşayarak ve bunun günümüzdeki yararlılığını sergileyerek, insanlığa hizmet ettiğimi hissediyorum. Çeltik tarlalarımın sorumlusu olarak, yıkıcı teknolojiyi kullanmanın veya diğer yaşam biçimlerini ortadan kaldırmanın karşısında duruyorum. Neticede zamanımızın sorunları, her kişinin vicdanında ve eylemlerinde yüzleşmesi gereken sorunlardır. Benim gördüğüm haliyle, doğal çiftçiliğin nihai amacı ekinlerin değil, insanların yetişmesi ve mükemmelliğe ulaşmasıdır.
Bu yazının hakları Larry Korn’a aittir. Kendisinden izin alınarak çevrilmiştir. Kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.
Kaynak: http://onestrawrevolution.net/One_Straw_Revolution/Interview_Plowboy.html