Traktör Yok, Pestisit Yok, Toprağı Sürmek Yok: Çiftçilerin Büyük Ölçüde Tasarruf Etmelerini Sağlayan Sıfır-Yatırım Metodu!
Bu metot, Japon araştırmacı-çiftçi Masanobu Fukuoka’nın Ekin Sapı Devrimi kitabından esinlenerek oluşturulmuştur.
Hoshangabad, Madhya Pradesh’li çiftçi Raju Titus, toprağını otuz yıldır sürmemesine rağmen her yıl bereketli bir hasat alıyor. Onun hikayesi ve toprağı sürmeden tarım yapmak hakkında daha fazla bilgi edinin.
Çiftçi bir aileden gelen Raju, 12 dönümlük aile yadigarı arazisinde tarım yapmaya devlet memuru olarak göreve başladıktan sonra da devam etti. Ona göre, Yeşil Devrim furyasına kapılıp arazisinde kimyasallar ve pestisitler kullanmaya başlamadan önce her şey iyi gidiyordu. Modern tarım yoluyla arazisinden alabileceği verim zirveye ulaşmasına karşın, kazancı beklediği gibi sabit değildi. Modern tarım yöntemlerini daha yoğun kullandıkça, toprağın verdikleri her yıl azaldı: Toprak bereketsizleşti ve arazi tamamen harap oldu.
“Arazime elektrikli pompa, biyogaz tesisi gibi yeni teknolojiler kurmuştum. Maksimum verim için her çeşit gübre ve ilacı da kullanıyordum.” – Raju Titus
1984 yılında, 15 yılı aşkın süre kimyasal tarım yaptıktan sonra, kaybı öyle bir noktaya gelmişti ki Raju neredeyse arazisini satıp çiftçiliği bırakacaktı.
Annesi, bu duruma üzüldüğü için Friends Rural Centre’a (Hoshangabad yakınlarındaki Rasulya kasabasından bir dini grup) giderek yardım istedi. Sorularına cevap olarak ona Japon çiftçi Masanobu Fukuoka’nın Ekin Sapı Devrimi kitabını verdiler. Kitabın temel amacı, insanlara doğaya hükmetmeye çalışmak yerine onunla uyum içinde yaşamaları için bir ilham vermek. Fukuoka, insanların tarım tekniklerini doğayı izleyip onunla uyum içinde olacak şekilde oluşturmaları gerektiğini savunuyor. Bu metot aynı zamanda yabani ot temizliği, araziyi sürmek, gübre ve pestisit kullanmak gibi işlemleri reddediyor. Raju başlangıçta kitabı ciddiye almamış olsa da, kısa süre sonra, kitapta onu çeken şeyler olduğunu gördü. Annesinin ısrarları üzerine kitabı defalarca okudu ve hatalarının farkına vardı. 15 yıl boyunca kullandığı kimyasallar ile tahrip ettiği toprakları düzeltme kararı aldı.
1985 yılında Raju, kitabın savunduğu pulluksuz tarım metodunu benimsedi ve toprağı sürmeyi bıraktı.
Sonrasında; Subabul, rimjha, pawar, gokru ve çeşitli ot türlerinin tohumlarını arazisine serpti.
Yağmur yağdığında, Raju toprağının günden güne iyileşeceğini fark etti; çünkü bu sefer su akıp gitmeden, toprağın üst katmanına işleyerek daha uzun süre yumuşak ve nemli kalmasını sağlıyordu. İlk hasadı tatmin ediciydi ve verim zamanla daha da iyiye gitti. Bu alışılmadık yolda yürümek pek kolay değildi, köydekiler Raju’nun pulluksuz tarım tekniği ile dalga geçiyordu. Yabani otları mahsul düşmanı olarak gören çiftçiler, ot ve çimen ektiği için Raju’ya gülüyorlardı. Subabul ağaçları büyüdükçe yan tarlalardaki çiftçiler, arazilerine gölge düştüğü gerekçesiyle ağaçları kesmesi için Raju’ya baskı yapmaya başladılar. Raju’nun arazisinde bol yeşillik olduğundan diğer çiftliklerdeki büyükbaş hayvanlar da otlamaya buraya geliyordu. Geleneksel tarım metodunda, hasat alındıktan sonra tarlada kalan her şey yakılır. Bu yangın sıkça Raju’nun arazisindeki otlara da sıçrıyordu.
Ama Raju, doğal tarım yolunda karşısına çıkacak her engeli aşmaya kararlıydı.
1988 yılında Fukuoka, Bilim Kongresi oturumunda konuşmak üzere Hindistan’a geldi. Fukuoka Raju’nun tarlasını ziyaret edip ondan övgüyle söz ettiğinde, Raju özverilerinin karşılığını almış oldu.
Sonrasında, Raju’nun tazelenmiş özgüveni, onu Fukuoka’nın metotlarını Hindistan’ın hava ve toprak koşullarına uyarlamak üzere denemeler yapmaya yöneltti.
Aileye sağlayacağı ek gelir ve sütten ziyade, doğal tarıma çiftlik hayvanlarını da dahil etmek amacıyla sığır beslemeye başladı. Üzülerek fark etti ki, çiftlik hayvanlarının otlamaları toprakta baskı yaratıyordu. Dolayısıyla doğrudan tohumlama yaparak elde etmek istediği sonuçları elde edemeyecekti. Bu sırada Raju, Fukuoka ile tekrar görüştü. Fukuoka kendisini bir kez daha ilgiyle dinledikten sonra, ona mantrasını verdi: “Topraktan bilyeler yap ve monokültürü bırak.”
Raju, Fukuoka’nın tavsiyesini dinleyip masa tenisi topu boyutunda bilyeler yapmaya başladı.
Bilyeleri hazırlarken bir ölçü karışık tohum ve yedi ölçü kil (termit yuvasından toplanmış veya çömlekçilerde bulunan kil) kullanıyor, bunları 30 cm aralıklarla saçıyordu. Tohumlar çimlenme aşamasında bilye karışımındaki topraktan besleniyor, yüzeyde kaldıkları için güneş ışığı da alabiliyordu.
Aile üyelerinin de yardımıyla, bir hektarlık alana saçılacak kil bilyeleri bir gün içinde hazırlandı. “Bu bilyeleri attıktan sonraki yıl, soya fasulyesi hasadı hem miktar hem de nitelik açısından iyiydi,” diyerek bilgilendirdi Raju.
Raju’nun eşi Shalini de arazi işlerini aynı derecede üstleniyor. Çift, bir kıvırıcı kullanarak uzamış otların üzerinden yavaşça geçip arazinin tamamını kaplamalarını sağlıyor.
71 yaşındaki Raju, metodunu şöyle açıklıyor: “Arazinin zeminini yabani otlar ile kaplamak mikroorganizmaları, solucanları ve böcekleri doğuran ortamı oluşturuyor. Onlar da toprakta delikler açarak toprağın daha çok nefes almasını ve yumuşamasını sağlıyorlar. Bu iş birliği toprağın bereketini arttırarak iyi bir hasat alınmasını sağlıyor.”
Anlattığı üzere, kimyasal tarımda çeltik tarlası su altında bırakıldığında, su toprağın derinlerine işlemiyor. Doğal tarımda ise tersi söz konusu. Dolayısıyla arazinin dışarıdan su desteğine ihtiyacı daha az oluyor. Yeşil örtünün altında yaşayan çeşitli böcekler, zararlı saldırılarını kolaylıkla önlüyor. Bu da kimyasal pestisit ihtiyacını gideriyor. Derinlerde büyüyen bitki ve ağaç köklerinin sayesinde toprak zamanla güçlendiği ve bereketlendiği için, gübreye de ihtiyaç kalmıyor. Toprak sürülmeyeceği için, traktör almaya da gerek yok.
“Çiftçi intiharlarının en büyük sebebi yatırım giderlerinin gitgide artmasıdır. Yatırımı sıfıra indiren ve çiftçilerin borç almalarını gerektirmeyen tek metot budur,” diyor Raju.
Arazisinin %90’ı kadar bir alan, toprağın doğal üre kaynağı olan Subabul (Australian Agesia) ağaçları ile kaplı.
Raju, artık inek ve sığır yerine tarlasında keçi besliyor. Subabul yaprakları keçilerine yem görevi görürken, dallarını satmak da para ediyor. Keçi beslemek de iyi bir gelir elde etmesini sağlıyor. Şaşırtıcı bir şekilde, Raju arazisinin sadece dört dönümünü tarım amaçlı kullanıyor.
“Dört dönüm bizim ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Bu alandan tahıl, meyve, süt ve sebze elde ediyoruz. Kışın buğday, yazın mısır ve maş fasulyesi, yağmurlu sezonda ise çeltik ekiyoruz. Kısacası, her şey sorunsuz bir şekilde işliyor ve mutlu bir hayat sürüyoruz; bu yüzden sağladığımız kârı para ile ölçmüyorum,” diyerek gülüyor Raju.
Daha önce felç geçirmiş olan Raju ve kalp krizi yaşamış eşi, sağlıklarına kavuştular. Sürdürdükleri sağlıklı ve doğal yaşam tarzının bunu sağladığını söylüyorlar. Raju’ya göre, bütün hastalıkların kökünde yatan şey yaygınlaşmış olan diyabet, diyabeti önlemenin tek yolu da yediklerimizde üre olmasını önlemek. Subabul yetiştirmenin tarlada kimyasal üre kullanımına duyulan ihtiyacın yerine geçebileceğini, bunun da obezite ve diyabeti önleyeceğini söylüyor.
Raju artık ülkenin tamamında tanınırlık kazanmış başarılı bir doğal çiftçi ve ülkenin, hatta dünyanın her yerinden binlerce insan metotlarını öğrenmek için çiftliğini ziyarete geliyor.
Raju’ya göre, tüketicilerin doğru gıda hakkında bilgi sahibi olup bunu talep etmeleri, çiftçileri kimyasal kullanımını bırakmaya zorlayacağı için çok önemli.
“Çiftçilerin sorunlarının tüketicinin de sorunu olduğunu toplumun çiftçi olmayan kesimi de anlamalı. Sağlıklı beslenmeliyiz, bu da yalnızca toprak sağlıklı ise mümkün,” diyerek tamamlıyor Raju.
–
Çeviren: Ada Soysal
Kaynak: http://www.thebetterindia.com/106908/raju-titus-no-till-natural-farming/