Masanobu Fukuona’nın ‘Sowing Seeds in the Desert’ Kitabından Bir Alıntı

Birleşik Devletler ve Avrupa’da toprak yüzeyi hoş bir yeşillikle kaplı gözükse de, bu yalnızca düzenlenmiş bir peyzajın suni yeşilliği. Bu yüzeyin altında, son iki bin yılın hatalı tarım uygulamaları sonucu tükenmekte olan toprak yatıyor.

Sadece birkaç yüzyıl önce yoğun ormanlarla kaplı olan Afrika’nın büyük bir kısmı bugün bitki örtüsünden yoksun. Hindistan İstatistik Araştırma Bürosu’na göre Hindistan’daki bitki örtüsü de geçtiğimiz kırk beş ila elli yıldır hızla azalmakta, günümüzde toprağın yalnızca yüzde onunu kaplıyor. Nepal’e gittiğimde, oradaki resmi makamlar da Himalayaların son yirmi yılda çıplak, ağaçsız dağlara dönüşmüş olmasından yakınıyorlardı.

Filipinler’de, Cebu ve Mindanao adalarında muz tarlaları var ama orman yok, birkaç yıl içinde içme suyu sıkıntısı dahi yaşanacağından endişe duyuyorlar. Tayland, Malezya ve Endonezya’da da doğa dostu tarım yöntemlerinin modern uygarlık dalgasına kapılıp yok olması sonucunda toprak sağlığını yitiriyor. Asya ve Brezilya’daki tropik yağmur ormanlarının yok oluşu bu hızla devam ederse, oksijen seviyelerinde ciddi bir azalış görülecek ve gezegendeki bahar neşesinin yerini kışın çoraklığı alacak.

Bitki örtüsündeki bu ani kaybın belirgin sebebi ağaçların gelişigüzel kesilmesi ve gelişmiş ülkelerin materyalist kültürlerini beslemek için uyguladıkları büyük ölçekli tarım, ama temel neden binlerce yıl geriye dayanıyor.

Doğa kendi kendine çölleşmedi. Geçmişte ve günümüzde, insanlar “üstün” bilgilerini kullanarak, dünyayı ve insan yüreğini çorak topraklara dönüştürmede başı çektiler. Bu temel sorunu – insan bilgisini ve eylemlerini – işin içinden çıkartırsak doğanın yeniden canlanacağına şüphe yoktur. Önerim insanları ortadan kaldırmak değil, politikayı ve hükmetme pratiklerimizi değiştirmek.

Çölleşmeye karşı alacağım tedbir, doğal tarımın temel yöntemiyle tamamen aynı. Bu, dünyayı bir zamanlar olduğu cennete dönüştürme amacını güden bir doğal tarım devrimi olarak adlandırılabilir.

Birleşik Devletler ve Avrupa Manzaralarından Dersler

Çölle ilk karşılaşmam ve ilgimi buna çevirmem Birleşik Devletlere ilk kez gittiğim sırada, 1979 yazında gerçekleşti. Amerika’nın uçsuz bucaksız, yeşil ve verimli ovalar ile bereketli ormanlarla kaplı bir kıta olmasını bekliyordum; karşılaştığım bu kahverengi, harap yarı-çöl beni şaşkınlığa uğratmıştı.

Sacramento Kaliforniya’da, eyaletin Doğal Kaynakları Koruma Departmanı için o zamanki daire başkanı Bayan Priscilla Grew’ün konuğu olarak bir konuşma yaptım. Kaliforniya’nın yaşadığı ciddi çevre sorunlarının yanlış tarım uygulamaları, başarısız su yönetimi, bilinçsiz odunculuk ve aşırı otlatmadan kaynaklandığını dile getirdim. Heyete tüm bu şeylerin ‘Büyük Kaliforniya Çölü’nün senaryosunu yazmakta olduğunu söyledim. Konuşmanın ardından, özel bir görüşme için jeolog olan Bayan Grew’ün departman binasının on üçüncü katındaki ofisine çağrıldım.

Japonya ve Kaliforniya’nın yaklaşık olarak aynı enlemde olmasından, bitki örtüsünün ve ana kayanın benzerliğinden ve uzak sayılmayacak bir zaman öncesine kadar Asya ile Amerika kıtalarının bir oluşundan bahsettik. Örneğin, fosil kayıtlarına göre iki bölgede de geniş Metasequoia¹ ormanları bulunmaktaydı. Sierra Nevada’nın ve Coast Range’in el değmemiş ormanlarında gördüğüm yosun ve likenler de Japonya’nın bakir ormanlarında karşılaştıklarım ile aynıydı.

Tahminimce Kaliforniya’daki çölleşme ve iklim değişikliği, yanlış tarım metotları ile hızlandırılmıştı. Ağaçların yok olması ve bir zamanlar ovaları kaplayan çok yıllık otlakların yerini tilkikuyruğu ve yabani tahıllar gibi yıllık bitkilerin almasının yağışların azalmasında etkili olduğunu söyledim.² “Yağmur yalnızca gökyüzünden gelmez,” önerisinde bulundum. “Toprağın altından da gelir.” Aslında bitki örtüsü, özellikle de ağaçlar, yağmurun yağmasını sağlıyor.

Ofisinden ayrıldıktan sonra, biri yakınlardaki ilginç bir yeri gezmek üzere onlara katılmamı önerdi. ‘Yakınlardaki ilginç yer’ dedikleri, yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta, Coast Range’deki sıcak ve kuru bir platoydu.

Farklı ülkelerden yirmi kadar genç, milli orman arazisindeki bu sapa bölgede bir şekilde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Geçimlerini sağlayabilmek için doğal tarımdan nasıl yararlanabileceklerini onlara öğretmemi istediler. Doğru dürüst orak veya çapaları bile yoktu. Alanın tamamı kuru otlar ile kaplıydı, göze çarpan tek bir yeşil nokta bile yoktu. Sadece yer yer birkaç meşe ağacı vardı.

Böylesi umutsuz şartlar uykumu kaçırmıştı. Ertesi günün erken saatlerinde yüzümü ufak bir çeşmede yıkarken, bir fare yuvasından taşan suyun birkaç yabani ot tohumunu yeşerterek biraz büyümelerini sağladığını fark ettim.

Kaliforniya’daki otların kuru ve sıcak geçen yaz ayları yüzünden öldüğünü düşünmüştüm, ama bu izlenimi veren şeyin bölgeye sonradan getirilmiş tek yıllık otlar olduğunu fark ettim. Sonbaharın ilk yağmurlarında meydana çıkıp, tohum bırakıp, yazın başlarında ölen bu yıllık otlar; tüm yaz yeşil kalan yüzyıllık otları yerlerinden etmişler. Bu durum muhtemelen otlatma ile yakından alakalıydı, ama artık bölgede otlayan hayvan da yoktu. Yıllık otlardan kurtulursak kalıcı yeşil bitkilerin geri geleceğini düşünerek bir deneme yapmaya karar verdim.

Çeşitli Japon sebze tohumlarını kurumuş otların arasına atıp uydurma bir orak ile otları biçtikten sonra, tepenin doruğunun yakınlarındaki çeşmeden plastik boru ile su getirerek bölgeyi derinlemesine suladım. Suyun buharlaşması birkaç gün sürer ve bu süre işimizi görür diye düşündüm. Zamanla, kahverengi otların içinden yeşiller büyümeye başladı. Elbette gözüken bu yeşillik tilkikuyruğu otuydu. Tahmin ettiğim üzere, bir haftanın sonunda su buharlaştığında, çıkan bu otlar da sıcaktan solmaya başladılar; ama aralarından Japon balkabağı, salatalıklar, domatesler, bamya, Japon turbu ve mısır serpilmeye başladı. Arazinin ortası bir sebze bahçesine dönüştü. İnatçı tilkikuyrukları yeşerdi, sonra solup malça dönüştüler, onların yerini büyüyen sebzeler aldı.³

Kaliforniya’yı yeniden yeşertmeliyiz. Yazın uykuda olan yabani ot tohumlarını sulayarak uyandırıp, daha fazla tohum üretemeden ölmelerini sağlamalıyız. Aynı zamanda, devletin çok yıllık otların tohumlarını kil bilyeleri halinde gökyüzünden saçması da iyi olacaktır. Ne yazık ki bu denemeden sonra yolculuğuma devam etmem gerekiyordu, bu yüzden dağdan ayrılarak hayalimi bu cesur ruhlara emanet ettim.

Aynı yıl içinde, bir Yunan bey ve dağımdaki kulübelerden birinde kalmış genç bir İtalyan kadın beni Avrupa’da dolaştırdı. Avrupa ülkeleri genellikle doğal çevreyi ve güzel bitki örtüsünü korumaya oldukça özen gösteriyorlar. İlk bakışta bütün alan tabiat parkı gibi gözüküyor; ama bu, kartpostal fotoğraflarında göreceğiniz güzellikten ibaret. Yakından bakıldığında ağaç çeşitliliğinin çok az olduğu anlaşılıyor. Toprak tabakası ince, sert ve bereketsiz. Avrupa topraklarındaki bu hasarın kraliyet ailesine et üretmek için kullanılan, kötü bakılmış meralardan ve kiliseye şarap üretmek üzere kurulmuş üzüm bağlarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Genel olarak, Hollanda’dan güneye indikçe, Ren nehri üzerinden İtalya’ya doğru giderken, ağaç çeşitliliği azalıyor ve yeşilin rengi soluklaşıyor. Buna ek olarak, Alpler çoğunlukla kireç taşından oluşuyor ve büyük ağaçların sayısı az. Güneye indikçe toprağın ısısı daha yüksek, iklim daha kuru oluyor. Toprak inceliyor ve gitgide verimsizleşiyor. İzlenimlerim toprağın yüzeyin hemen altında kuru ve tükenmiş bir halde olduğu yönünde.

İnsanlar toprağı sürmeye başladıklarında, modern Avrupa medeniyetinin başlangıç noktası da belirlendi. Kültür (tarım) sözcüğü esasen ‘toprağı pullukla sürmek’ anlamına geliyor. Traktör kullanımıyla birlikte tarımda üretim arttı, ama toprak canlılığını daha da hızlı yitirdi. Tarih boyunca medeniyetler toprağın ve diğer kaynakların zengin olduğu bölgelerde kuruldu. Ağaçların fazla kesilmesi, aşırı otlatma, zararlı sulama yöntemleri ve pulluklu tarım uygulamasının sonucu toprak yoksullaştığında, refah maskesini takmış bu medeniyetler düşüşe geçti ve çoğu tamamen yok oldu. Aynı süreç kendini defalarca tekrar etti.

Avrupa’daki ve Birleşik Devletlerdeki izlenimlerim ışığında modern tarımın hatalarının toprağa nasıl zarar verdiğini görebildim. Bu da yaşadığımız düşüşü tersine çevirmeyi başarabilecek tek şeyin doğal tarım yöntemleri olduğu hakkındaki kanımı güçlendirdi.

Masanobu Fukuoka

Notlar

1.Bu ağaç, üç kızılçam türünden biridir, diğer iki tür de sahil kızılçamı ve dev sekoya olarak bilinir. 1944’da Çin’in güneyinde birkaç korusu bulunana kadar, Metasequoia (su ladini), veya şafak sekoyası, soyu tükenmiş bir bitki türü olarak biliniyordu. Şimdilerde fidanlıklarda sıklıkla görülen popüler bir tür.

2. Kaliforniya’nın çayırları eskiden çok yıllık otlarla kaplıydı. Bu bitkiler derin ve geniş çaplı kök sistemleri sayesinde tüm yaz yeşil kalırlar. 1700’de İspanyol’lar koyun ve sığırlarını otlatmak için buraya getirdiklerinde, çavdar ve yulaf gibi tek yıllık otların tohumlarını da getirdiler. Otlanan hayvanlar daha besleyici olan çok yıllık otları seçip yiyerek tek yıllıklara gelişmeleri için büyük bir avantaj sağladı. Sadece birkaç nesil sonunda çok yıllık bitkilerin yerini tek yıllıklar aldı, bu durum toprağın kuruyup tükenmesine yol açtı.

3.Mevsimsiz çimlendirme olarak bilinen, tek yıllık otları sulayarak uyandırdıktan sonra yeni tohum bırakamadan solmalarını sağlama tekniği, yıllar boyunca doğal tarım yapan çiftçiler tarafından yabani otları kontrol altında tutmak için kullanıldı. Yabani otlar boy verdiğinde sebzelerin sağlıklı bir şekilde büyümelerine yetecek süre boyunca gereken serinliği ve gölgeyi sunuyor, sonrasında da sebze bahçesi için malç görevi görerek toprağın neminin korunmasını ve serin kalmasını sağlıyor. Yabani otların birçoğu ‘kandırılarak’ erkenden çimlendirilmiş oldukları için, sonbahar yağmurları başladığında daha azı yeşerebiliyor. Masanobu Fukuoka; bu yöntemin geniş bir alanda uygulanarak ağaçları, çalıları ve çok yıllık otları geri getirecek bir onarma çalışması için de faydalı olacağını öne sürüyor.

Bu kesit, kitabın yayıncısı Chelsea Green Publishing’in izni ile dilimize çevrildi. Kitap ve Masanobu Fukuoka hakkında daha fazla bilgi için şu siteleri ziyaret edebilirsiniz:
http://www.chelseagreen.com/bookstore/item/sowing_seeds_in_the_desert:hardcover
http://www.chelseagreen.com

Çeviren: Ada Soysal
Kaynak: https://www.chelseagreen.com/blogs/the-green-deserts-of-western-civilization-an-excerpt-from-sowing-seeds-in-the-desert/

 

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s