Uygulamalarımızla ilgili daha sık paylaşım yapma niyetindeydim, ancak geçirdiğimiz süreçlerle beraber bu yazıların içeriğini sorgulamaya başladım. Elbette anlatacak çok şey gördük, tecrübe ettik ama bunları yazmanın birileri için rehber olamayacağının farkında olsam da en azından başlamak için cesaret verebileceğine duyduğum inanç da azaldı. Doğal, onarıcı ve ‘yeterli’ üretimin bahane edilip, kutsallaştırıldığından çok daha sade bir uğraş olduğunu pratikte görmüş olmamızın da bu anlamda etkisi büyük.
Modernitenin tarım gibi insani tüm meslek ve uğraşıları yalıtıp uzmanlaştırma eğilimi, bizleri yaşamın bütünselliğine rağmen tek bir şeye odaklanmaya itiyor. Hal bu iken, köktenci dönüşümlerin salt o veya bu yön üzerinden gerçekleşemeyeceğini hissediyorum. Yiyecek edinimi, yaşamsal gerekliliklerin başında gelse ve doğa temelli herhangi bir bireysel veya toplumsal dönüşüm tasarısının somut önceliklerinden biri olsa da, bütünün içerisinde tek bir zerreden ibaret. İnsanlık meselelerinin yığılarak çoğalacağının bariz bir göstergesi olan yeni nesiller içinse çok daha kıymetsiz bir şey. Oysaki süreçlerden, gelecekten ve tasarılardan bahsederken bu nesilleri göz ardı etmek büyük bir hata.
Bütünün hükmünü koşulsuzca kucaklamayı – kendi var oluşumuzu ayrıca yüceltmemeyi – geçilmesi gereken tek farkındalık eşiği olarak kabul edebilirsek, eylemleri önceliklerine göre dizmeksizin kendimizce yaşamlarımızda var edebiliriz. Böyle bir farkındalık gündelik de olsa türlü etkileşimlere vesile olabilir. Fakat dünyanın geri kalanından ayrı tutarak oluşturduğumuz alanlar ve kimlikler ile bütünsel bir yaşam mümkün değildir. Uygarlığın tahrip edici ilerleyişi durmaz ve doğa ile çatışmayan bir insanlık düşü gerçekleşmezse, kalplerimiz ve çevremizdeki huzur birer illüzyondan ibaret olacaktır. Bu bağlamda bizler, insanlığın yarattığı tahribatı dengelemek için vicdani ya da varoluşsal bir ödev üstlenmekten geri durmamalıyız. Kendi yaşam ve benlik sınırlarımızın ötesine geçmeye çabalamalı ve kimi zaman eylemlerimizi bu niyetle tasarlamalıyız. Hatta neticelerini iyi kestirerek verimli alternatifleri olmayan ve çelişkiler barındıran araç ve yöntemlere dahi açık olabilmeliyiz. Etkileşimleri çoğaltmak adına türlü adımlar atmaktan çekinmemeliyiz. Bunu mücadelede zafere giden bir yol olarak da değil yalnızca doğruyu eylemek olarak içselleştirebilmeliyiz. BİR’den bahseden ‘bir’ olamamış bireylerin umutsuz ve bencil söylemleri yerine, biz bu bakışı benimsiyoruz.
“Benim içimde yedi milyar insanın coşkusu var.
Yedi milyar insanın ruhu var bende.
Yedi milyar insanın ruhu ile konuşuyorum.
Yedi milyar insanın düşünceleriyle konuşuyorum ben.
Ben sadece ben değilim.
Dünyanın her insanı benim içimdedir.
Coşkular, renkler, her şey benim içimdedir.
Fikirler, sanatlar, duygular…
Uzayın içinde bir varlığım ben.
Evrenin, kâinatın içinde bir varlığım ben.
Ben insanoğlunu temsil ediyorum.
Kuşları, böcekleri, bitkileri, taşları temsil ediyorum.
Ben, kâinatın ruhuyum ben.
Evrenin sesiyim, evrenin görüntüsüyüm ben; evrenin izdüşümüyüm ben.”
Başladığımızı sonlandırmak adına görece yüzeysel bir şekilde birkaç gözlemden de bahsedelim.
Yabani Otların Coşkusu
Toprağın asıl sahiplerini dinlemek ve onların verdiği ipuçlarını yakalamak gerek. Yabani otların hareketleri bize toprak, hava ve su ile ilgili birçok şey anlatıyor. Kıştan ilkbahara geçerken yabani otların dönüşümünü görmek gayet kolaydı; ancak dönüşümün hangi evresinde harekete geçeceğinizi anlamak aynı mevsimsel geçişi aynı bölgede, hatta aynı arazide en azından iki kez gözlemlemeyi gerektiriyor gibi. Tohumları serpme zamanını kestirmek ve otları biçip malç olarak en verimli şekilde kullanabileceğiniz dönemleri belirlemek kanımca doğa ile uyumlu bir tarımın başlangıç noktası.
Toprağı Sürme Gafleti
İlk yazıda bahsettiğim üzere, endişelerimiz ile bir çözüm gibi sarıldığımız toprağı sürme kararımızdan çok çabuk pişmanlık duydum. Toprağı sürmenin yarattığı çevresel ve ekonomik zarar kısa sürede telafi edilebilecek gibi değil.
Yabani ot döngüsünün sarsılması ciddi bir tahribat. Toprağı havalandırma ve hazırlama bahanesi ile bu kadar yaşamı yok eden, toprağın havalı yapısını kaybedip yüzeyinin tüm güzelliğinin yok olmasına yol açan bu uygulamanın ardından solucan gübresi arayanlar büyük bir mantık hatası içindeler. Solucanların yaz sıcaklarında dahi rahat yaşayabileceği, yüzeye yakın nemli alanlar sağlanması çok daha makul bir çaba olurdu. Ekim hazırlığı yalanı tohumun, dolayısıyla doğanın yaşam gücünün sorgulanması anlamına gelen büyük bir insanlık gafletidir.
Malç Kaynağı
Malç mümkün olduğunca arazinin kendi öğelerinden karşılanabiliyor olmalı ki zaman, para ve enerjiden tasarruf edilebilsin. Bu konuda bizi zora sokan en büyük sorun malç niyeti ile bahçemize saçtığımız birçok şeyin hacmini düşündüğümüzden çok daha hızlı kaybederek iyi bir katman oluşturamaması oldu. Ölü malçlardan ziyade canlı, sık malçların nem ve yaşam tutucu olduğu kesin kanaatlerim arasında. En azından birçok defa biçilebilecek ve kendini hızla yenileyebilecek türler kullanılmalı. Kullanmak diyorum ancak bölgeniz çok çorak değilse mevsimlik yabani otlar da zaten bu işe uygun yapıda olabilirler.
Asgari Sulama Hayali
İzmir gibi bir yerde deniz seviyesinde sulamayı azaltmanın kısa vadede gerçekleşebilecek bir hedef olmadığını anladık. Yine de iyi bir malçın nem tutma potansiyeli, yaz sıcaklığının çok yüksek derecelere ulaştığı bu bölgede bile şimdiden hayret verici. Suya daha az ihtiyacı olan türlerin kullanılması ise çok faydalı olabilir. Bitkilerin nesiller içerisinde bu yönde bir dayanıklılık kazanabileceğine de inanıyorum.
Hareket Alanı
Kaos iyi güzel de, arazide basacak yer kalmadı. İki biber toplamak için üç domates ezmek yalnızca ticari anlamda değil, kendimiz için de verimsiz. Adım atabilecek birkaç yer belirlemiş olmak çok iyi olurdu. Yine de bu kaosun getirilerini unutmamak gerek. Böcek ve hastalık zararlarının olmaması bile arazinin geri kalanındaki deneyimlerimizde gördüğümüz kadarıyla zaman, para ve enerjiden müthiş bir tasarruf sağlıyor.
Tohum Topu
Tohum topları hakkında uzunca bir yazı yazmadan önce farklı denemeleri takip etmeye devam ediyoruz. Yine de bu yöntemin engin akıllarımızın kabul edemediği kadar basit ve etkili olduğu aşikar.
merhabalar, biz fethiye-kaş arasında yaşıyoruz. denizden 20 kilometre içerideyiz. denizden yükseklik 130 mt sizinki gibi benzer sıcak ve kurak bir iklim var. iki yıldır buradayız. 5.200 metre bahçemiz var ve büyük bölümü zeytin ağacı ekili. geldiğimizden beri sürdürmüyoruz. bahçeye devamlı fig, yulaf ve çavdar gibi tohumlar saçtık. belli yerlere de pazardaki kadınlardan aldığımız tüm tohumları karıştırıp serptik. ama tohum topu yapmadık. şimdi yabani otlarla mücadele eden ve her sene kendi tohumlarından yeniden doğan bir sürü bitki var arazide. ama biçmiyoruz. ölüp devriliyorlar. döktükleri tohumlardan seneye başkaları çıkıyor. böylece toprağın içindeki organik madde oranını arttırmaya çalışıyoruz. ağaçlarımızı damlama sulama ile suluyoruz. kimyasal gübre hiç kullanmadık. humik asit ve sıvı yosun gübresi enjekte ettik damlama sulama sistemine.. toprak kendine gelince sanırım buna da gerek kalmayacak. Merak ettiğimiz; tohum toplarını hangi ay atıyorsunuz bahçeye? Her ekim dönemi için farklı tohumları içeren tohum topları mı hazırlıyorsunuz? yoksa hepsini bir birine katıp: “mevsimi gelince hangisi çıkarsa çıksın” mı diyorsunuz? Kolay gelsin.
BeğenLiked by 1 kişi
Merhabalar, çok keyifli deneyimler elde etmişsiniz. Umuyorum ki bir gün sizi ziyaret edip daha çok sohbet etme fırsatımız olur. Biz tohum toplarını don riskinin azaldığı dönemde, ilkbahar yağmurlarından hemen önce saçtık. Hava durumunu takip ederek yağmurdan hemen önceki günler tohum toplarının birçoğunu hazır ettik ve fazla bekletmeden toprakla buluşturduk. Sonbahar için de ilk yağışlardan hemen önce aynısını yapmayı düşünüyoruz. Eğer kısıtlı miktarda tohumunuz var ise ekim dönemine göre seçim yapmak daha makul olabilir. Ancak doğanın bizi her daim şaşırtabileceğini unutmamalıyız. Beklenenden çok daha uzun süre dayanıp sonra çimlenen tohum toplarının hikayelerine de denk geldik.
Aşağıda linkini paylaştığım yazıdan Fukuoka’nın tohum toplarını saçma zamanı ile ilgili bir bölümü anımsadım. Biraz uzun bir yazı ama tohum topları hakkında birçok şeyden bahsediyor, belki göz atabilirsiniz. Ayrıca Masanobu Fukuoka’nın Doğal Tarımın Yolu, Felsefesi ve Uygulaması kitabında da bu konuyla ilgili bölümler olabilir. Oraya da bakabilirsiniz, ben de denk gelir ya da anımsarsam sizinle paylaşacağım.
İlgili bölüm:
Ona tohum toplarını ne zaman dağıtmam gerektiğini sordum, sonbahar mı, kış mı, yoksa baharı mı beklemeliydim? “Özel bir yer ya da zaman yoktur,” diye yanıtladı sabırla “Karar ver ve yap, kar bile yağıyor olsa. Tohumlar çimlenmez. Hepsi bu. Yaygın fikrin aksine, önce kökler çimlenir.”
Yazının linki: https://yabanitarim.org/2017/08/10/masanobu-fukuoka-dogal-tarimin-ustasi/
BeğenBeğen