“Topluluklar… En iyi şekilde yiyecek ilişkileri üzerinden tanımlanır – biz kimin kimi yediğini soruyoruz.”
Marston Bates
Nereye gidersem gideyim, topluluk hakkında konuşmalar duyuyorum.
Görünüşe göre bu herkesin ihtiyaç duyduğu, herkesin kendini vermeye istekli olması gereken bir şey. Büyük şehirlerde, topluluğun* silahsız taraftarlarının insanların yaşamına şahsen davetsizce girmesi zor olduğu için, bu ait olma çağrılarına aldırmamak kolaydır. Şimdi kırsalda yaşıyorum ve burada olmanın pek çok avantajı var. Ancak kırsalın nüfusunda çok fazla liberal, aktivist, boşa kürek çeken gönüllü hayırsever; kısacası topluluk kavramını herkesin tanımasını istedikleri bir tanrıymışçasına kutsallaştıran sayısız işgüzar var.
Bu yerel komüniterler “topluluk” ile kastettikleri şeyleri, topluluk standartlarına uymayanlarla ilgili şikayetlerinde ve başka insanları da bu anti-sosyal unsurlara karşı örgütleme teşebbüslerinde açıkça ortaya koyuyorlar.
Bu soru gerçekten de “kimin kimi yediği” ile, zamanını kendi düsturlarına uymayanların itibarını kemirmekle geçirenin kim olduğuyla ilgili.
Bir ideal olarak topluluk, bireyselliğin karşısında durur, çünkü özgün olanın sözde daha büyük bir bütün uğruna dizginlenmesini gerektirir. Böylesi bir gücü teslim etmeye istekli olacağım hiçbir “büyük bütün” tanımıyorum, dolayısıyla topluluk kavramıyla işim yok.
Bu benim izole olmak istediğim anlamına mı gelir?
Evet, bazı zamanlarda yalnızlığıma değer veriyorum.
Ancak bazen diğerleriyle de oynamak istiyorum. Sadece kendimi ”daha büyük bir bütüne” vermek istemiyorum.
Ve ”topluluk”, taraftarlarının terimi kullandığı haliyle, tam da bu kadar dayatılan bir büyük bütündür. Bu taraftarlar, “topluluk” terimini seni beni birbirimize karşı ilgi çekici yapan tüm özellikleri bastırarak, bizi sibernetik bir sosyal makinedeki elektronik bir parçadan ibaret kılan rollere boyun eğmeye zorlamak için kullanırlar.
Bu, toplumsal işlevler dışında herkesin birbiriyle tanışmasını gittikçe zorlaştıracağından, soyutlanma artar. Beni ilgilendiren sizin toplumsal işleviniz değil. Sizi tanımayı, sizinle iletişim kurmayı arzulamamın nedeni kendinizi yaratmanızı sağlayan o benzersiz, şahsınıza münhasır özellikleriniz. Topluluk standartları ise tam da bunları bastırmaya yarıyor.
Bu yüzden, topluluk olmak için bir arzum yok.
Ben arkadaşlar, ahbaplar, sevgililer, yoldaşlar ve suç ortakları istiyorum.
Başka bir deyişle, bilerek ve tutkuyla, karşılıklı zevk ve karşılıklı fayda potansiyeli gördüğüm için, belirli bireylerle ilişkiler kurmayı istiyorum. Arkadaşlıklar, ahbaplıklar, aşklar, yoldaşlıklar ve suç ortaklıkları benim ait olduğum şeyler değil, ancak isteyerek bir başkasıyla yaratacağım etkileşimlerdir.
Bu kelimelerden bazılarının kökenleri bunu açıkça ortaya koymaktadır.
- Arkadaş, ona olan sevginizden ötürü onunla vakit geçirmeyi tercih ettiğiniz kişidir.
- Ahbap, yiyeceğinizi paylaşmak istediğiniz kişidir.
- Yoldaş, odanızı paylaşabileceğiniz kişidir.**
- Suç ortağı, bir amaç için güçlerinizi birleştireceğiniz kişidir.
- Ve bir sevgili, karşılıklı zevki paylaşabileceğiniz ve birbirinizde bu zevki bulabileceğiniz kişidir.
Her durumda, zorunlulukları dayatan daha büyük bir bütün, daha yüksek bir güç yoktur, yalnızca iki ya da daha fazla birey, yaşamın tadını daha iyi çıkarmak ya da karşılıklı fayda getirecek bir uğraşın üstesinden gelmek için kendilerine has özelliklerini birbirlerininkine katmayı seçer.
Bireysellik, katılan her bir kimsenin mutlak karşılaştırılamazlığı, bu gibi ilişki türlerinin temelini oluşturur: Asla “parçalarının toplamından büyük” olmayan, bundan ziyade dahil olan her bireyin “kendi büyüklüğünü” arttıran ilişkiler.
Öncesinde tarif ettiklerim kadar arzu etmeyebileceğim ya da o kadar değer vermediğim iki ilişki daha var, yine de topluluk için gerekli olan karşılıklı hoşgörü ve kabule tercih ederim: düşmanlık ve küçümseme.
İnsanları sadece hoş görüyor olmak benim için hoş görülemez bir şey.
Eğer projeleriniz, amaçlarınız veya arzularınız benimkilerle çatışırsa, düşman oluruz. Eğer saygıdeğer düşmanlar değilseniz, sizi küçümserim.
Bunun aksini yapmak –topluluk uğruna “iyi geçinmek”– bireyselliğinize, özgünlüğünüze hakarettir ve topluluk yalanını güçlendirir.
*Elbette, topluluğun silahlı kuvvetleri, polisler, topluluk standartlarını dayatmak için vardır.
**Elbette, bunun içinde dayatılan “yoldaşlıklar” vardır: Aynı hücreyi paylaşan mahkûmlar ya da kışladaki askerler arasında olduğu gibi.
Yoldaşlarım
Bana gelince, yalnızlığımı bozmak istediğimde gidip yoldaşlarımı başka yerlerde arıyorum: Ateş hırsızlarının, kamu otoritesine sövenlerin, yürüyen hayalperestlerin, öfkeli gece baykuşlarının, rahibeleri baştan çıkaranların, ahlaksızlıktan bozulmuş hovardaların, yeraltı sinemalarındaki şarlatanların, yabani çilek avcılarının, bulutlara nutuk atan deli fişeklerin, kelimenin holiganlarının, yıldızları cilalayanların, Altın Post’tan1 beslenen yalnız kurtların, mutlaklığın ayyaşlarının arasında… Ve iyi insanlara boyun eğmeyecek, ruhun berduşlarının arasında.
Bunlar ve yalnızca bunlar, benim yoldaşlarımdır.
1 Altın Post, Yunan mitolojisinde zenginliği ve iktidarı sembolize eden postun adıdır. Altın Post Efsanesi’nde kahramanlar Argonotların lideri İason’un önderliğinde bir araya gelerek Kolhis’e (Karadeniz’in doğu kıyılarında, Gürcistan’ın batısında kurulmuş antik çağ krallığı) Altın Post’u aramaya gider.
Apio Ludd
Çeviri: İlayda Gülsüm Çamlı